Ellerimi bağladılar yine. Zamanları kısıtlıydı, hareketleri aceleydi. Asaf son bir kez baktı bana. Sessizliğimin ardında ne düşündüğümü kestirmeye çalışıyordu. Bense kurtuluş bu kadar yakınımdayken, bağırıp çağırarak yeniden bayıltılıp etkisiz hale getirilmeyi göze alamazdım. Sırtımı arkamdaki kireçli taşa yaslayıp dizlerimi karnıma çektim ve bekledim. Yalnız kalırsam buradan çıkmanın bir yolunu bulurdum. Gemiyi arayacaklardı muhakkak. Buraya geldiklerinde harekete geçecektim. Bayıltmak yerine beni tehditle sindirmeye çalışan Asaf'a minnettardım. Kapıyı gürültüyle kapatıp çıktı ve loş ışığın ufak, kirli, yuvarlak pencereden sızdığı odada beni yalnız bıraktı.
"Az kaldı Numune" diye mırıldandım "bu yaşanılanları kötü bir rüya olarak hatırlayacaksın birkaç saat sonra." Dışarıda ayak sesleri vardı. Koruma dikmiş olabilirlerdi kapıya, akıllarınca dışarıya çıkmamı engelleyeceklerdi. Sınırları olan bu gemide nereye kaçacaksam? Ayaklarımın bağlanmamış olmasından faydalanıp rahatça doğruldum ve bir minderden kalkar gibi kalktım. Toz ve nem burada da vardı. Suyun içinde bu kadar pis yaşamak da marifetti. Sol köşede koliler, sağ köşede gelişigüzel atılmış kıyafetler duruyordu. Balıkçı çizmeleri, ayağa dikilmiş olta ve ufak tefek birkaç kova vardı.
Ellerim önümde bağlı, yürüyüp kapının yanına vardım. Beş büyük adım yetti mesafeyi kapatmaya. Karanlık, ıslak ve dar mekanlara karşı bir korkum olmaması tamamen şükür sebebiydi. Aksi halde olacakları düşünmek bile ürkütücü olurdu. Yine de soğukkanlı olduğumu hissediyordum. Bunda beni kurtarmaya gelenlerin de etkisi olabilirdi tabi. Omuz silkip kulağımı serin metale yasladım. Emindim artık dışarıdaki kişilerin bir yere ayrılmadan beklediğinden.
Sıkıntılı bir nefes verip arkama döndüm. Sabırsızlanmaya başlıyordum. Emindim kurtarılacağımdan. Belki o gemide Nigar da vardı. Ah, o zaman kendimi tutamayıp ağlar, boynuna sarılırdım. Beni bırakmayışına olan minnettarlığımı göstermek için elimden geleni yapardım. Yalnızca hayal etmek bile yerimde durmama engel oluyordu. Bana bir ömür gibi gelecek on dakika içinde bunlar gerçekleşecekti. Daha önce de olmuştu. Nigar, Korkut, hatta Bahadır bile beni tutsak edildiğim yerlerden çekip almışlardı. Şimdiye de umudum vardı.
Amaçsızca dolaştım bu küçük yerde. Sonra az önce başımı yasladığım kireçli taş çekti dikkatimi. Açık seçik göremiyordum. Merakla yaklaştım yanına. Kalın halatlarla bağlı, üzerini örtmeye yetmeyen bir muşambayla gelişigüzel kapatılmaya çalışılmıştı. Boyu belime geliyordu, kocaman bir beton kütlesinden çok farkı vardı elbette ama ağırlık olarak aynı olduklarını söyleyebilirdim. Kabartmalar görüyordum, şekiller ve motifler vardı. Kollarımı kaldırıp bağlı ellerimle muşambayı çekiştirdim. "Hiç örtmeseydiniz de yorulmasaydık" diye söylenmeyi ihmal etmedim. Karşımda boylu boyunca uzanan bu ağır kütle, kazılarda bulunan lahit mezarlara o kadar çok benziyordu ki, Mısır'da bir piramitte olması gereken mumyanın kaçırıldığım gemide olabileceğini düşündürttü bana. Elimi parmaklarımı huylandıran pürüzlü zeminde gezdirdim.
Kendime gülerek, tedirgin bir halde geriye çekildim. Bu kadarı hayal gücüm için fazlaydı. Bir mumyayla seyahat ediyor olmak kulağa ne kadar da fantastik geliyordu. Bu macera işine kendimi fazla kaptırmış olmalıydım. "Yok artık!" Dikkatimi dışarıda olanlara, uzağımdaki seslere vermem gerekiyordu ama ben bu taşın üstündeki hiyeroglif resimleri izlemekten kendimi alamıyordum. Sosyal ağlar ve internet sayesinde, dünya üzerinde görmediği şey kalmıyordu insanın. Zamanını belgesel ve araştırma konulu programlar izlemeye ayırmayan ben bile bu kültürel nesneleri tanıyabilecek durumdaydım. Bu sebepten ötürü, ihtimaller kuvvetleniyordu aklımda.
"Bir dakika! Bu... Gemiye bindirdikleri büyük şey buydu." Ufak vinci de hatırlıyordum, siyah muşambayı da ve bu... "Bu gerçek bir lahit mi yani?" Nasıl emin olabilirdim ki aniden aklıma gelen fikirden? Ama şu an tarihi eser kaçakçıları tarafından kaçırılıyorsam eğer, bunu yapabildikleri için onları tebrik bile edebilirdim. Vazoyu anlardım, altını, herhangi bir eşyayı aklıma getirebilirdim ama vinçle kaldırılan bu ağır kütleyi buraya koymak tamamen marifetti. Ellerim incecik, lahit de kalın iplerle bağlı olmasa açıp içine bakabilirdim belki. Ah ama hazır mıyım? Gözlerini yummuş, dişleri sırıtıyor hissi veren kahverengi kemikten oluşan bir yüzü yalnız başıma seyredebileceğimden pek de emin değildim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NUMUNE ŞAHIS
Ficção GeralHer şey eski taş binaya adımını atmasıyla başladı. İşini çok seven bir gazeteci Numune Şahıs. Çalışmak için başvurduğu gazete binası ise bir ay gibi kısa bir zamanda batmak üzere. Üstelik bunu isteyen de gazete binasının sahibi. Numune, çevresindeki...