Tuz, nem ve ıslaklık burnumu, minerallerin sarkıtlara dönüştüğü mağaralara çevirdiğinde kesik kesik öksürdüm. Biraz temiz hava isteyen ciğerlerim, vücudumda en çok sesini duyuran organımdı. Susuzluğa bile katlanılıyordu ama bu koku, sarsıntıyla birleşince insanda sağlam mide bırakmıyordu. Bulunduğum yerin, halısına su dökülmüş buram buram acı rutubet kokan bir odada oturmaktan tek farkı şu anda oturmuyor oluşumdu. Ellerim arkadan bağlı, gözlerimde etrafı görmemi engelleyen bir bez parçasıyla yarı baygın yatıyordum.
Nemli saçlarım, çamur olmasını umduğum ve yüzümde kurumaya başlayan lekeler beni çileden çıkartan başka unsurlardı. Hiçbir uzvumu kullanamıyordum, başımı eğip yüzümü omzuma sürterek ara sıra uğrayan kaşıntıyı geçirmeye çalışıyordum sadece, o kadar. Dizlerimi aynı anda açıp kapatarak kendimi bir nebze de olsa sürüklemiştim ama nereye gidebilirdim ki? Sarsılıyordum, durmadan. Sabaha kadar karanlıkta bilgisayara bakıp, geçmek bilmez bir baş dönmesine yakalanmış gibiydim. Sanki beşikteydim; sağa sola, yukarıya aşağıya ki en berbat olanı da buydu, sallanıyordum.
Yukarıdan gür sesli adamların konuştuğu işitiliyordu fakat ne konuştuklarını anlamam mümkün değildi. Enseme yediğim sağlam darbeden sonrasını hatırlamak maharet işiydi. Üstelik elim ayağım bağlı, bir karanlığa uyanmam planlanmışken varlığımı algılamam bile zaman almıştı! Ne kadardır baygındım, neredeydim, bana bunu yapan kimdi, sonrasında ne olacaktı, nereye gidiyorduk? Bunca cevaplanması gereken soru varken çamaşır makinesinde günlerce beklemiş ıslak kıyafet kokulu bu yerde sürünüyordum.
Bir buhranın, korkunun, duygusal karmaşanın içine girebilirdim. Kalbim de bedenim de buna çok meyilliydi. Ama kafamın içinde belirgin bir ses yankılanıyordu. "Bir sakin ol Numune, sorularının cevabını elbet alacaksın. Önce hatırla, en başından beri neler olduğunu, sana bunu yapanı hatırla!" Bu uyarı, beni kendime getirmekle uğraşıyordu dakikalardır. Yardım istemeye çalışmanın, bağırıp çağırmanın bir anlamı yoktu, şu sersem halimle bunu biliyordum. Çünkü gemideydim, bir geminin konumunu bilmediğim yerinde, kaptan rotayı nereye çevirirse oraya sürükleniyordum.
Peki buraya nasıl geldim? Nigar'ın ve ekibinin yaptığı operasyonu seyrediyordum. Limandaydık, uzakta renkli konteynırların dibindeydim. Onlar bir grup çocuğu kaçıran çetenin gemiye binip gitmesini engelleyecekti ben de söz verdiğim gibi hiç sesimi çıkartmadan kendi işimi yapacaktım. Normalde Nigar operasyonların gizliliği konusunda aynı titizliğini koruyordu ve elinde olsa orada olmama izin vermezdi. Fakat parklarda, okullarda balon satma bahanesiyle çocukları kaçıran adamları yakalamalarında çok büyük payım vardı. Pastadan bana düşen dilimi isteme hakkımı kullandığımda, demiri oksitlenmiş bir konteynıra yaslanmış kameramı kontrol ediyordum.
O sıra olan olmuştu işte. Dikkatimi dağıtan ayak sesleri, polisleri görmekten rahatsız olan başkalarının olduğunun habercisiydi. Sessiz kalmaya çalışsalar da epey söylendiler, yakalanmaktan bahsettiler. Ben göremeyecekleri bir konumdaydım. Arkama uzağımdaki Nigar ve ekibini almış, dikkatimi koşuşturan gruba vermiştim. Konteynırları geçtiler hızlıca, acele etmekten bahsediyorlardı. Neyin acelesiydi bu? Merakıma yenilip peşlerine düştüm.
"Uyan!" Kaba ve sert bir erkek sesi duymamla, beynimin düşünmem üzere verdiği talimatı unutup irkildim. Gelenin ayak sesi bile erişmemişti kulağıma. Ne zaman geldiğini fark edemediğim adamın varlığı, ona hiç söylemeyecek olsam da kalbimde korku dalgalarının oluşmasına yol açıyordu. Görmüyordum, bana ne yapacağını bilmiyordum. Bu sersemlik bedenimi terk etmiyordu. Dizlerime değen sert ayakkabıları hissetmemle, karaya atılmış bir balık gibi çırpındım. Amacım arkamda, biraz uzağımda olduğunu bildiğim duvara sırtımı yaslamaktı.
"Gözümü açarsan" dedim bilinmezliğin verdiği sinirle "zaten uyanmış olduğumu görürsün." Kaçırılmış birine göre fazla cesur muydu bu ses tonu? Yüzümde, sert ve kocaman bir el hissedince "tamam" dedim "burada beni boğacak." Çenemi, yanaklarımı kavrayan parmaklar bir an hareketsiz kaldıysa da gözlerimdeki bağı çözmek için kıpırdandılar. Zaman kavramını kaybetmiştim, ne kadardır gözlerim ve ben burada kapalıydık? Görebilmek için ufak yuvarlak iki camdan süzülen gün ışığına alışmam gerekiyordu önce. Bunun için de nerden geldiğini bilmediğim ve gözlerime batan iğnelerin kendilerini denize atmaları ve gözlerimin önünde uçuşan denizanalarının geldikleri okyanusa dönmeleri lazımdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NUMUNE ŞAHIS
General FictionHer şey eski taş binaya adımını atmasıyla başladı. İşini çok seven bir gazeteci Numune Şahıs. Çalışmak için başvurduğu gazete binası ise bir ay gibi kısa bir zamanda batmak üzere. Üstelik bunu isteyen de gazete binasının sahibi. Numune, çevresindeki...