Beyaz, geniş, büyük tekerlekli, içinde kliması çalışan rahat bir arabaya bindiğimizde gözüm arkadaydı hâlâ. Bir sürü soru hücum ediyordu zihnime. Asaf nasıl kurtulacaktı oradan? Biz niye bu kadar rahattık? Kimse bir şey yapmayacak mıydı? Nereye gidiyorduk? Gittiğim yerde duş alabilecek miydim? Boynumu kaşıdım tırmalarcasına. Her tarafımdan kum akıyordu, kıyafetlerimin içinde karınca ordusu dolaşıyordu sanki.
"Kumda safari mi yaptın? Ne bu halin?" Duru yan bir bakış attı yerimde duramayışıma. Bindiğimizden beri kıpır kıpırdım. Koltuğun üstüne de kum taneleri dökmüştüm. Gerçi Duru söylemese fark etmezdim. Sıkıntım büyüktü benim.
"Sayılır" dedim atın arkasındaki halimi hatırlayınca.
"En nadide bölgelerden birinde misafir etmişler seni" diye atıldı Doğu. Bir yandan da gözü yoldaydı. İkizler ne yaşadığımı sormayacak ya da önemsemeyecekti anlaşılan. Yalnızca alay edeceklerdi. "Epey de ilgilenmişler sanırım. Saçının başının haline bakılırsa..."
"Ya siz ne gamsız insanlarsınız! Düşman mısınız be? Hadi benimle alay ediyorsunuz anlarım, ağrıyan yanlarımı umursamıyorsunuz, içine düştüğüm durumu kafanıza bile takmıyorsunuz. Ama ekip arkadaşınız orada, cani heriflerin arasında kaldı. Beni atın arkasında sürükleyen, güneşin altında beynim kaynayana kadar bekletenler, Asaf'a neler yapmaz?"
"Asaf'ı bizden fazla düşündüğünü sandığına göre, beynin sahiden kaynamış."
"Kes kıskançlığı" diye bağırdım Duru'ya. Yükselen sesime karşın, başını bana çevirip olabildiğince ters baktı. Belki tehlikeli olduğunu, bir tokatla ya da iğneyle beni susturabileceğini göstermeye çalıştı. Ön koltuktaki silahlardan birini kafama dayamamak için yumruklarını sıktığının farkındaydım. Fakat korkuyor muydum, asla. Pinpon topu gibi bir düşmanın elinden diğerine düşüyor olmam cesaretimi kırmak yerine beni güçlendiriyordu.
"Bir daha sesini yükseltme bana. Bilmediğin işlere de burnunu sokma."
"Ne burnu Duru? Tüm bedenimle içine girdim, bilmediğimi ima ettiğin işlerin. Şimdi bırakın patronluk taslamayı, Asaf'ı nasıl kurtaracağınızı anlatın. Eğer öğrenmezsem, bir an bile rahat ettirmem sizi." Bu sözlerimden sonra, kısa can sıkıcı bir sessizlik oldu. Sonra Doğu arabayı durdurdu, arkasına baktı. İkizinin tahammülünün son raddesinde olduğunu görebiliyordu.
"Numune, akıllı kızsın, cesursun vesaire. Ama şunu anlayamadın be gazeteci kız! Biz bir adım atarsak muhakkak planlı yaparız. Asaf'ın orada yalnız olduğunu zannediyorsun hâlâ. İçeride adamlarımız var. Etrafları sarılmış. Kimse ona dokunamaz. Kabile reisi ya Benard'ı teslim eder, tarafsızlığını bozar ya da tüm sülalesinin bağımsızlığını kaybeder. Sence elin Brezilyalı hırsızı için, hem maddi yardımı hem de bağımsızlığını korumayı göz ardı eder mi? Biz ona gerçek bir hazine vadediyoruz, Benard ise çaldıklarını sunuyor reise."
"Sadece şu ufak açıklamayı yapmış olsaydınız" dedim rahatlamış olsam da gergin çehremi yumuşatmayarak "böyle bir tartışma yaşanmayacaktı."
"Sana açıklama yapmak zorunda değiliz. Bizim patronumuz da değilsin, komutanımız da değilsin. Burada seni kayıranlar var diye bize emir veremezsin." Doğu yine ürkütücü ifadesini takınmıştı. Kendince uyarısını yaptıktan sonra döndü önüne. Çalıştırdı arabayı.
"Böyle bir şeyi ima etmedim hiçbir zaman. Ne yaşadığımı bilmeye hakkım vardı ve öğrenmek istedim. Konuyu dağıtan da alınganlık eden de sizsiniz." Şoför koltuğundaki adamdan cevap alamadım. Bu bir yönden de iyi olmuştu. Ben dinlenirken belki o da düşünürdü biraz. Yaşadıklarımı anlamaya çalışırdı. Gerçi böyle mantıkla çalışan bir zihni olduğundan emin değildim. Bir umut, kendini benim yerime koyup sorgulamamı haklı bulmasını düşünmem bile hataydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NUMUNE ŞAHIS
Художественная прозаHer şey eski taş binaya adımını atmasıyla başladı. İşini çok seven bir gazeteci Numune Şahıs. Çalışmak için başvurduğu gazete binası ise bir ay gibi kısa bir zamanda batmak üzere. Üstelik bunu isteyen de gazete binasının sahibi. Numune, çevresindeki...