Düzenlenme tarihi: 19 Kasım 2016
(Flashback)
Küçük ellerine oldukça büyük gelen kaşığı tutmaya çalışırken, kaşığındaki çorbayı dikkatlice dudaklarına götürdü. Fakat hemen yanında oturan kız kardeşinin sandalyesine vuran ayakları buna pek yardımcı olmuyordu. Gözleri ile ürkekçe önce babasına ardından annesine baktı. Fakat onlar kendi aralarında derin bir sohbete koyulmuştu. Bakışlarını hızla onlardan çekerek yanındaki kıza çevirdi. Küçük dudaklarını büzdü ve gözlerini kıstı. Elindeki kaşığı kaseye geri koyarken, kardeşine doğru eğilmişti."Ayaklarını sandalyemden uzak tutmalısın Beril!"
Beril ablasının -ki ona abla demekten nefret ediyordu çünkü aralarında yalnızca iki yaş vardı. Oysa ablası sanki yedi değil yetmiş yaşındaki birinin olgunluğunu taşıyordu. Ellerini neredeyse beyaza kaçan sarı saçlarına götürerek gözlerini kıstı. "Ben ayaklarımı sallamak istiyorum!"
Ablası küçük bir gülümseme ile kendisine baktı. Her zaman böyle yapardı. Kendisine hiç küsemez, kıyamazdı. Babasının ona verdiği cezaları üstlenir, kendisini hep feda ederdi. Oysa Beril bunu hiç sevmiyordu. Ablasının kendisi için bu kadar şey yapması onu deli ediyordu. O kendisi gibi değildi. Beril bahçede koşmak, yasak olan arka bahçeye gidip ağaçlara tırmanmayı seviyordu. Annesinin ondan sakladığı kırmızı renkteki şekerleri yemekten önce yemeyi, çamurlar içinde yuvarlanmayı... Oysa ablası ona hiç katılmıyor aksine onu durdurmak için peşinde dolanıyordu. Hala sallamakta olan ayaklarını durdurarak küçük yüzüne hınzır bir gülümseme yerleştirdi.
Küçük kız kardeşinin salladığı ayakları sonunda durduğunda, derin bir nefes vererek kirpiklerinin arasından babasına baktı. Yemek yerken konuşmaları yasaktı. Annesi ve babası konuşurken onları dinlemekte yasaktı. Beril genelde bu kurallara uymazdı. Ah, Beril bu evdeki hiçbir kurala uymazdı. Bu yüzden arkasını toplamak, cezaları çekmek hep ona düşüyordu. Çünkü annesi ona öyle söylemişti, 'eğer kardeşini korursan seni sevmeye devam edeceğim.' Annesinin onu sevmesini istiyordu. Babası ona kızdığında, cezalar verdiğinde, o, o korkunç odaya kapattığında annesini sayıklayarak, onun kendisini yanıbaşında sevdiğini, saçlarını okşadığını düşünerek sakin kalmayı başarıyordu. Eğer annesi ona o anlarda düşünecek daha fazla anı bırakmazsa, dayanamazdı.
Babası ve annesi konuşmayı kesmiş, sessizce yemeklerini yemeye devam ediyorlardı. Elini yeniden kasede duran kaşığa uzatarak çorbadan bir kaşık aldı. Ancak Beril sanki bu anı bekliyormuş gibi hızla ayağını kendi bacaklarına vurduğunda sarsılmış, bu yüzden elindeki kaşık yere düşmüş, annesinin henüz bu sabah giydirdiği beyaz elbisesi lekelenmişti. Üstelik attığı küçük çığlık ile babasının dikkatini çekmişti. Gözlerini sımsıkı yumarken, babasının ona nasıl baktığını görmek istemiyordu. Sanki bir deve kuşu gibi, gözlerini kapattığında da sanki o bakışları görmezse babası da onu görmezmiş, öyle bakmazmış gibi hissediyordu. Çocuk bedeninde ne kadar olgun durmaya çalışsa da, hala ufak bir kız çocuğundan başka bir şey değildi.
Beril'e kızmak istiyordu. Bilerek yaptığını biliyordu. Hep bunu yapıyordu. 'Neden?' diye düşündü. Onu seviyor, onu koruyordu. Yine de Beril ona çocuksu bir inatla zarar vermekten çekinmiyordu.
"Kalk sofradan." Babasının otoriter sesine karşılık yumduğu gözlerini aralayarak ürkekçe babasına baktı. Babası ise koyulaşmış ifadesiz bakışlarını onun üstüne düşürmüştü. Biliyordu, ifadesiz gibi gözüken o bakışlar aslında birazdan yapacağı şeyin habercisiydi. Gözleri dolarken, babasına baktı. "Babacığım, özür dilerim. Bağırmak, ka-kaşığımı düşürmek istememiştim. Babacığım, lüt-"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İKİ YABANCI
Short StorySoğuktan donmuş ellerini cebinden çıkardı. Sadece bir kez kapıya vurması ile kapının açılması bir olmuştu. Hazırlıksızca karşısında duran adama baktı. Uzun saçları, kafasına taktığı berenin altına gizlenmişti. Sakalları her zamankinden daha da karış...