Düzenlenme tarihi: 1 Kasım 2016
Gökyüzünün üzerinde özgürce süzülen kuşlar ne şanslı olduklarını biliyorlar mıydı? İçinde olduğum uçakta, tıpkı onlar gibi bulutların üzerinde süzülüyor olmama rağmen yine de kendimi özgür hissetmiyordum. Kendimi özgür hissettiğimi sandığım yerden, her şeyin başladığı yere dönüyordum. Tam iki yıl sonra.
Kucağımdaki hareketlilik ile gözlerimi Beren'e çevirdim. Küçük elleri gözlerini ovuşturmak için yüzüne giderken, dudaklarından anlamsız bir kaç mırıltı döküldü. Uyanmak istemiyordu ancak birazdan inişe geçeceğimiz düşünürsek, uyanması gerekiyordu.
Terlemiş sarı saçlarını alnından uzaklaştırdığımda, göz kapaklarını aralayıp eşsiz bir tonda olan mavi gözlerini gösterdi. Dudaklarımda istemsizce oluşan gülümsemem ile kucağımda doğrulduktan sonra uyumaktan şişmiş gözlerini gözlerime dikti.
"Anne." İnce sesi kulağımı doldurduğunda, gülümsedim.
"Efendim bebeğim?"
Ellerini karnına doğru götürdüğünde, acıktığını anlamam uzun sürmedi. Dikkatle yan taraftaki boş koltuğa Beren'i bıraktıktan sonra sırt çantamdan çıkardığım hazır mamaya ve uzandım. Minik cam kavanozun kapağını açtım ve kaşığı ile beraber Beren'e uzattım. 2 yaşını doldurmasına çok az kalmıştı. Pek beceremese de, kendi yemeğini yardımsız yemeyi çok seviyordu. Bu yüzden boynuna önlüğünü taktıktan sonra üzerini ya da elini yüzünü kirletmesini önemsemeden kendi yemeğini yemesine izin veriyordum. Bu onu mutlu ediyordu. Dolayısıyla beni de. Beren elindeki kaşığı düzgünce tutmaya çalışırken, belli belirsiz olan kaşları çattı. Beren sarışın bir çocuktu bu yüzden kaşları çok dikkatli bakılmadığında belli olmuyordu. Kar beyazı bir teni vardı ve buna tezat kırmızı dudakları ve pembe tombul yanakları. Üstelik hayatımda gördüğüm en canlı mavi gözler Beren'indi. Benim soluk gri gözlerime inat parlıyor gibiydiler. Ben onu incelerken, sessizce yemeğini bitirmesi bekledim, ara sıra yemesine yardım ettim. Nihayet karnı doyduğunda, elindeki boş kavanozu alıp yeniden çantama koydum.
Bereni yeniden kucağıma çektiğimde, çok az bir zaman sonra uçaktan ineceğimizde ne yapacağımı düşündüm. Bir kaç gün ortada gözükmemem gerekiyordu. Belki yalnız olsam ucuz bir pansiyonda kalabilirdim ancak Beren ile bu mümkün değildi. Arayabileceğim herkesi kafamdan geçirdim. Sadece bir tanesi aklımdaki hayali süzgece takıldı. Oradan gitmeden önce her anımı paylaştığım, kardeşten çok daha yakın olan bir arkadaşım vardı. Eliz Fırat. Aklımın bir köşesine Eliz'e yeniden ulaşmam gerektiğini yazarak, gözlerimi kapattım. Yorucu yolcuğumuzun bitmesine çok az kalmıştı. Dahası, yolculuğumuz bittiğinde asıl yorgunluk işte o zaman başlayacaktı.
***Elimdeki siyah renk, büyük bavulu çekerken, bir yandan Beren'i kucağımda sabit tutmaya çalışıyordum. Sırtımdaki çantanın ağırlığı ile biraz sendelediğimde, yavaşça durarak nefes aldım. Tanrım, yürüyen çanta yığınına benzediğime yemin edebilirdim.
Havaalanından tamamen çıkarak, ilerde bekleyen taksilerden birine yaklaştım ancak taksi için o kadar uzun bir kuyruk vardı ki, beklemem mümkün değildi. Biraz ilerleyip, sahile doğru yürümeye karar verdim. Biraz soluklanmam ve bir plan yapmam gerekiyordu.
Sahile vardığımda, gördüğüm ilk banka oturdum. Eylül ayının neredeyse sonun gelmiştik, hava soğumaya başlıyordu. Beren'e döndüğümde merakla denize doğru bakıyordu. Yüzündeki çocuksu gülümseme, beni de güldürmüştü. Hafifçe ona doğru eğilerek, bana bakmasını sağladım. "Üşüdün mü kızım?" dedim sakin bir sesle. Kafasını sağa sola doğru sallarken kıkırdadı. Üzerindeki hırkanın şapkasını kafasına geçirdikten sonra içim rahat ederek yerimde kıpırdadım. Eliz'i aramam gerekiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İKİ YABANCI
Short StorySoğuktan donmuş ellerini cebinden çıkardı. Sadece bir kez kapıya vurması ile kapının açılması bir olmuştu. Hazırlıksızca karşısında duran adama baktı. Uzun saçları, kafasına taktığı berenin altına gizlenmişti. Sakalları her zamankinden daha da karış...