4. Bölüm

21 3 0
                                    

15 Eylül 2006
Hakan'ın anlatımıyla
Yemek yedikten sonra daha fazla kalmayıp otele dönmeye karar verdik. Zaten yarım saat sonra toplantım vardı. Otele dönerken Ceyda ile pek konuşmadık. Nihayet ayrılma vakti geldiğinde ondan ayrılmak istemiyordum. Bir bahane bulup onunla daha fazla kalmalıydım. O an aklıma gündüz onunla çekindiğimiz fotoğrafları bana atmadığı aklıma geldi.
"Ceyda bana fotoğrafları atsana."
"Numaranı ver atarım."
Ceydaya numaramı söyledikten sonra fotoğrafları bana attı. En güzel çıktığımız beraber benim kolumla onu sardığım fotoğrafımdı. Çok güzel gülmüştü orda.
"Teşekkür ederim Ceyda. Fotoğraflar ve bana yaşattığın bu güzel gün için. Uzun zaman sonra iyi geldi."
"Asıl ben teşekkür ederim Hakan. Sanırım ayrılma vaktimiz geldi şu anda."
"Evet. Sanırım. Maalesef."
Bunu dedikten sonra Ceyda'nın bana sarılmasıyla hayatımda ilk defa bu kadar rahatlamıştım. İlk defa birine tam anlamıyla içten güvendiğimi hissetmiştim. Bana bu duyguyu uzun zaman sonra yaşatan ilk kişiydi Ceyda. Bana "Teşekkür ederim. Asansörde kaldığın için. Yoksa sen bana bağırmazdın ve tanışamazdık." diye fısıldadığını duydum. Cevap vermek istedim ama hızlıca yanımdan gitti. Başım döner gibi olunca bende odama çıkmaya karar verdim. Toplantı için on beş dakika sonra gitmem gerekiyordu. Hemen üstümü giyinip toplantının yapılacağı salona gittim.Toplantı otelin konferans salonunda yapılıyordu. Toplantı boyunca sadece toplantıya odaklanacağıma dair kendime söz verdim. Sonra Simge'yi aradım.
"Hakan sabahtan beri aramıyorsun. Hiç mi merak etmiyorsun bu çocuk nasıl diye? Hiç mi aklına gelmiyor senin? İnsan bir sorar Kerem nasıl diye. Tamam, beni istemiyorsun ama bari çocuğunu düşün."
Simge bana böyle bir sürü laf saydıktan sonra telefonu kapattım. Özetle Kerem şu an iyiymiş. İlaçları almış ve vermeye başlamış. Bugün Ceyda'ya evli değilim dedim ama aslında bal gibi evliydim ve çocuğum vardı. Ben ne yapıyordum? Nasıl bir insandım? Açıkçası bende anlam veremedim. Sonra toplantı başladı.
Toplantı bittikten sonra arkadaşlarımla bir şeyler yapmaya karar verdik. Onların da önerisiyle bir şeyler içmeye gittik. Otele vardığımda çok yorgun olduğum için üstümü bile çıkarmadan uyudum.

Gözlerimi 16 Eylül sabahında açtığımda kendimi anlam veremediğim bir şekilde mutlu hissettim. Dün bana çok iyi gelmişti. Çalışmalara ayın 18'inde başlayacaktık. İki gün boşluğum vardı. Ceyda ile daha fazla vakit geçirmeliydim. O sırada kahvaltıya inmeliyim diye düşündüm. Dün bana yemeklerini odasında yemediğinden bahsetmişti. Üstümü giyip aşağıya indiğimde Ceyda'yı gördüm. Yanında bir kadın ve bir adam vardı. Beni gördüğünde gülümsedi.
"Hakan günaydın. Fatih bey ve Elvan hanım. Uçakta kızları Kumsal ile tanıştım ve burada kaldıkları için bir iki kez burada da gördüm onları. Elvan hanım, daha sonra mutlaka görüşelim olur mu? İyi günler."
Bende onlarla tanıştıktan sonra bir şeyler aldım ve Ceyda ile oturup kahvaltı yapmaya başladık. Ama beraber oturmak için birbirimizle konuşmadık. Sanki bir çiftmişiz gibi aniden birbirimizle oturduk.
"Bugün bir planın var mı?"
"Var."
"Peki, ne?"
Başka biri olsaydı peki derdi bende ona sormayacak mısın derdim bir saat lafı dolandırırdık. Ceyda öyle biri değildi işte. Bu yüzden bana iyi geliyordu. Bu yüzden onu seviyordum işte.
"Seninle beraber senin istediği bir şey yapmak. Dün benim isteğimle Big Ben'e gittik, bugün senin istediğin bir şey yapalım."
Yüzündeki tebessümü görmek beni daha da heyecanlandırmıştı. Hiç bu kadar duyguyu bir arada yaşadığımı hatırlamıyorum.
"Kahvaltıdan sonra bahçede bir şeyler içelim."
"Tamam, öyle yapalım."
Kahvaltıdan sonra bahçeye çıktığımızda bahçe çok kalabalık değildi. Fakat hava çok soğuktu. Ceyda eldivenlerini almıştı ama benim elimde hiçbir şey yoktu. Ellerim soğuktan dolayı kıpkırmızı olduğunda Ceyda yanıma oturdu ve dün benim ona yaptığım şeyi bana yaptı. Konuşmadık. Dışarıyı izledik bir süre. "Teşekkür ederim." diye fısıldadım. Cevap vermedi ama hissettim bana "rica ederim" dediğini. Bu duygu öyle bir şeydi işte. Konuşmuyorduk ama anlaşıyorduk. Daha sonra Ceyda'nın başını sol omzuma yasladığını hissettim. Ceyda uyumuştu. Bir süre bekledim öylece. Sonra benimde uykumun geldiğini hissettim ve odama çıkmaya karar verdim. Ceyda'yı burada bırakamazdım ama. Şu an yapılacak en mantıklı şey onun uyanmasını beklemekti. Ellerimi saçlarında gezdirdim. Onu seviyordum. Bunu ona nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum ama. Sorun buydu. Belki de ben bunu ona söyledikten sonra benimle bir daha konuşmak istemeyecekti. Sonucu her ne olursa olsun söylemeye karar verdim. Bunu ona söyleyecektim. Bilmesi lazımdı. Ergence davrandığımı düşünebilirsiniz ama ben ilk defa bu kadar duyguyu bir arada yaşıyorum ve bence ne yapacağımı bilmemem gayet normal. Bunu ona söyleyeceğim, peki ne zaman ve nasıl? İşte onu bilmiyordum. O sırada Ceyda'nın telefonu çaldı. Ceyda yerinden sıçrayarak uyanınca ona bir şey oldu diye korktum bir an. Cebinden telefonunu çıkardı ve konuşmaya başladı.
"Alo, Defne. Ne oldu? Acil bir şey mi var?"
Uykulu bir şekilde bunları derken çok tatlı görünüyordu. Telefonla konuşmasaydı muhtemelen ona sarılırdım.
"Doğum günüm mü? Tabi ya, yarın doğum günüm evet."
Ne? Yarın Ceyda'nın doğum günümüydü?
"Tamam Defne. Çok teşekkür ederim. Görüşürüz."
Ceyda'ya yarın ona her şeyi anlatmaya karar verdim. Onunla aynı şeyleri yaşadığımıza adım gibi emindim. Nerden biliyorsun diye sormayın, biliyorum işte. Yarın Ceyda için güzel olmalıydı. Türk bir arkadaşımın burada birden fazla restoranı var. Sabah birine kahvaltı için götüreceğim ve akşam yemeği için de başka birine gideriz. Buz patenine kesinlikle götürmeliyim. Tamam, kahvaltı yaptıktan sonra buz patenine gidiyoruz. Sonra Big Ben'in önünde yürüyüş yapıyoruz. London Eye'a biniyoruz. Sonra otelde hazırlanıyoruz ve akşam doğum günü kutlaması için yemek yemeye gidiyoruz. Şimdi bakıyorum da çok güzel plan yapmışım. Hemen yer ayırtmalıydım o zaman.
"Hakan, Hakan! Ne düşünüyorsun yarım saattir?"
Yarın doğum günü olduğunu bildiğimi biliyor muydu acaba?
"Hiçbir şey."
"Peki, o zaman ne yapalım."
O sırada benim telefonum çaldı. Arayan iş arkadaşlarımdan Savaş'tı.
"Kim arıyor?"
"İş arkadaşlarımdan birisi."
Telefonu açınca Ceyda başını omzumdan çekmişti.
"Alo, Hakan."
"Savaş. Efendim."
"Müsaitsen görüşebilir miyiz?"
"Tabi. Önemli bir şey yok değil mi?"
"Anlatırım gelince. Şimdi hazırlan ve seni almamı bekle. Gelince ararım."
Şaşırmadım çünkü Savaş'ın her zamanki hâliydi.
"Önemli bir şey yok değil mi?"
"Ceyda bir işim çıktı. Savaş ile gitmemiz gerek. Kusura bakma lütfen."
"Saçmalama lütfen. Hadi hazırlan o zaman."
Biraz durdum. Ben yokken ne yapacaktı acaba?
"Bende biraz uyuyup dinlenmiş olurum. Akşam bir yerlere gideriz."
Ben demedim mi? Biz konuşmadan telepati yoluyla anlaşabiliyoruz demedim mi? Bakın! Anlaşabiliyoruz. Sordum mu ben ona ben yokken ne yapacaksın diye? Sormadım. Ve anladı. Neyse şimdi hazırlanmam lazım gerçekten de.
"Tamam Ceyda. Sen burada mı kalacaksın?"
Ben biraz oturur odama çıkarım. Beni merak etme sen. Hadi hazırlan."
Bana göz kırptı. Ben de tebessüm ederek karşılık verdim. Sonra odama çıkmak için asansörlere doğru gittim. Odama çıkarken Simge'yi aradım.
"Simge Kerem nasıl?"
"Gayet iyiyiz merak etme. Sen işini hallet ve bol bol enerji topla çünkü Kerem seni çok özledi. Gelince enerjiye ihtiyacın olacak. Seni ikimizde çok öpüyoruz."
Gözlerimden bir damla yaş akarken odamın olduğu kata gelmiştim bile.
"Bende ikinizi çok öpüyorum. Kendinize iyi bakın."
"Görüşürüz."
Kapıyı kapattığımda gözlerimden akan yaşları durduramıyordum. Ben ne yapıyorum? Diye soruyordum kendi kendime. Ben kötü bir insandım. Biliyorum. Benden nefret ediyorsunuz biliyorum. Fakat şu an toparlanmam lazım çünkü Savaş beni böyle görürse olayın peşini bırakmayacaktır. Bana sürekli "Senin derdin ne?" ya da "Seni tanıyorum ben. Bugün benimle bu problemi konuşup çözeceksin Hakan." gibi şeyler söyleyip beni darlayacaktır. Bu yüzden yüzümü yıkamak için lavaboya gittim. Soğuk su yüzüme çarparken bu kadar düşünmemem gerektiğini hissettim. Hemen getirip dolabıma astığım takım elbiselerimden birini giydim. Yaklaşık on dakika sonra telefonum çalmaya başladı. Arayanın Savaş olduğunu görünce meşgule atıp paltomu giydim ve aşağı indim. Ceyda odasına çıkmış olmalıydı çünkü buralarda yoktu. Dışarı çıktığımda Savaş'ı gördüm. Sarıldık birbirimize.
"Uzun zamandır görüşemedik kardeşim. Ne yapıyorsun?"
"Valla bilmiyorum ki ya. Sen?"
"Hakan hiç sorma ya. Gel arabaya binelim. Yolda anlatırım."
Savaş'ın ailesi Londra'da yaşıyordu. O da buraya geldiği zaman ailesinde kalıyordu. Bu araba babasının arabası olmalıydı. Her geldiğimde beni misafir ederler. Savaş'ı da ailesini de çok severim. Size bahsettiğim restoranın sahibi Savaş ile ortak olan bir arkadaşımız.
"Eeee Savaş. Neler yapıyorsun?"
"İyi diyelim iyi olalım."
Güldüm. Bir şey vardı ve belliydi. Anlatması için ısrar etmeyecektim ama.
"Ada ile ayrıldık."
"Ne?"
Sık tartışırlardı ama tartışmaları onların arasını açmaz aksine ilişkilerinin daha güçlü olmasını sağlardı. Daha önce ayrıldıkları olmuştu ama Savaş o zaman bu kadar üzgün değildi. O zaman o istemişti. Şimdi de Ada istemiş anlaşılan.
"Hiçbir sebep yokken gitti. Sen benden ayrıldın bana hesap vermedin bende senden ayrılmak istediğim zaman sana hesap vermem dedi. Sebep olarak da sen çok yoğunsun olmaz falan dedi. Sonra gitti."
"Kızı aradın mı sonra?"
"Telefonlarımı açmadı."
Ada'nın belirli dönemleri vardı. Bu dönemlerde düşünmeden radikal kararlar alırdı ve kendine yoktan yete bir sürü problem oluştururdu. Muhtemelen Savaş'a belli etmediği problemleri vardı ve acısını bizimkinden çıkardı.
"Bir şey yapmadın değil mi?"
Cevap vermedi ve bende sorumu yenileme ihtiyacı hissettim.
"Savaş. Bir şey yapmadın değil mi? Şimdi saydırma bana ihtimalleri."
"Yıldönümümüzü unutmuşum ya. İki Eylül'dü. Özür diledim. Bir sürü hediye aldım. Bana sorun olmadığını söyledi. Birkaç gün sonra da ayrıldı. Sen çok yoğunsun, ben böyle yapamam dedi ve gitti."
Şimdi belli oldu işte. Bizimki unutmuş, Ada'nın problemleri üzerine bu da eklenince kız hırsını Savaş'tan almış.
"Bak Savaş. Ada sana geri gelecektir. Fakat daha önce senin ondan ayrılmaya kalktığını hâlâ unutmamış. Ne kadar canını yaktıysan artık."
"Ya biliyorsun benim o zamanki durumumu. O yüzden oldu işte."
Savaş iki yıl önce ağır bir depresyona girmişti. Simge ile Savaş'ı zor toparlamıştık. İntihara falan kalkışmıştı. Haklı sebepleri de vardı gerçi. Amcası babası yüzünden onu öldürmeye falan kalkmıştı. Gece gizlice evine girdi. Uykusunda boğmaya çalıştı. Çocuk çok kötü oldu gerçekten. O sırada Ada ile daha çok vakit geçirmek yerine ondan ayrılmayı seçti. Onu yargılayamazdım. Gerçekten kötü bir durumdaydı çünkü. Bu durumu atlatması uzun sürdü. Bir süre bizde kaldı. Londra'ya geldi bir süre. Psikiyatrist falan derken birkaç ayda kendine gelmeyi başardı. Ada'ya bunları birkaç ay sonra anlattık. O da anlayışla karşıladı ama anladığım kadarıyla o süre zarfında baya üzülmüş.
"Ada sana geri döner. Kız seni çok seviyordu. Kafana çok takma."
"Dün karşılaştık. Selam verdi."
"Ben sana geri döner dedim. Göreceksin yakında yine beraber takılacaksınız."
Bazen kendime inanamıyordum gerçekten. Otuz iki yaşında birimiz doktor birimiz ilaç firmasında çalışan iki insanlarız ama konuştuğumuz konu çok saçma. O sırada toplantının yapılacağı yere gelmiştik. Daha fazla konuşmadan indik. Bende Savaş'ın omzuna dokunup ona moral veren şeyler söyledim.
"Şimdi toplantıda bunları düşünmüyorsun ve keyfine bakıyorsun. Burada iyice dinlen ki Ada'nın karşısında yorgun görünme."
Güldüğünü gördüm.
"Peki, tamam."
O sırada aklıma yarın için arkadaşımı aramam gerektiği geldi.
"Savaş biraz bekler misin? Bir işim var da."
"Tabiki."
Arkadaşımı arayıp bu işi de hallettikten sonra geriye bir tek yarını beklemek kalmıştı. Birde bunu Ceyda'ya söylemek. Yarın arar söylerim diye düşündüm. O sırada toplantıya başlamıştık.

Oradaki işlerim bitince Savaş beni otele bıraktı. Bu tatilde de onlara akşam yemeğine gideceğime dair söz verdim. Otele girince lobide Ceyda'ya baktım. Yoktu. Saat gece on bir olmuştu zaten. Muhtemelen yatmaya çıkmıştır diye düşündüm. Bende yatmalıydım. Gözlerim kapanıyordu. Odama çıktıktan sonra hemen ılık bir duş aldım ve uyudum.

Saat Kulesinin AltındaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin