3. Bölüm: Tanışma

45 3 1
                                    

                                                                     15 Eylül 2006
                                                         Ceyda'nın anlatımıyla
Bugün 15 Eylül. Dün pek güzel geçmemişti ama bugünün güzel geçeceğini düşünüyorum. İçimde öyle bir his var. Sanki yaşamam gereken kötü şeyleri dün yaşamışım da diğer günler harika geçecekmiş gibi geliyor. Umarım kahvaltıda Hakan'ı görmem. Dünden sonra hiç karşılaşmadık. Aslında dün Hakan ile tartışana kadar gayet güzel gidiyordu. Akşama kadar Steve'in eşi Cassandra ile gezdik. Ona anlattım bütün her şeyi. Ona anlatmak iyi geldi. Sonra otele gelince sırf asansörde kaldı diye sinir küpü olmuş bir adamla tanıştım. Yani Hakan ile. Neyse sabah sabah bunu aklıma getirip sinirlerimi bozmayayım.

Alarmım çalmaya başlayınca kahvaltıya inmem gerektiğini fark ettim. Ben kahvaltı ve akşam yemeğini odada yemem. Odada yemek bana saçma geliyor. Yani, tek başıma bir yere gittiysem yemeklerimi odamda yemem. Zaten sürekli odadayım, bari yemek yerken aşağıya ineyim. Hızlıca üstümü giyinip aşağıya indim. Tabağıma bir şeyler alırken birinin bana seslendiğini duyup arkamı döndüm.
"Ceyda. Günaydın. Kumsal seni gördü de bir selam verelim dedik."
Bu Fatih beydi. Yanında da kumsal ve boyu 1.70 civarında, uzun kahverengi saçlı ela gözlü bir kadın vardı. Bu eşi olmalıydı.
"Günaydın Fatih bey. Günaydın Kumsal. Ve sizde sanırım Fatih beyin eşi olmalısınız."
"Günaydın Ceyda. Evet, ben Elvan. Kumsal ve Fatih ile uçakta tanışmışsınız sanırım. Tek isen bizimle otursana. Hem birbirimizi daha iyi tanımış oluruz."
Elvan hanımın bu isteğini kabul edip etmeme arasında kararsız kaldım. Sonra kabul etmeye karar verdim. Zaten tek başımaydım ve burada tanıdığım tek kişiler Fatih bey ve Elvan hanımdı. Bende kabul etmeye karar verdim.
"Olur Elvan hanım. Tabii."
Elvan hanım bana tebessüm ettikten sonra boş bir masaya oturduk.
"Sen sanırım bu otellerin sahibisin Ceyda."
"Babam bütün otellerin kurucu ve ortaklarından bir tanesi. Bende Türkiyedeki genel müdürüyüm."
"Zor olmalı bütün otellerin sorumluluğunu almak."
"Alıştım artık Elvan hanım." Dedim gülerek.
"Siz sanırım doktorsunuz. Kumsal doktor olduğunuzdan bahsetmişti uçaktayken."
"Evet, dahiliye uzmanıyım ve Londra'ya kongre için geldim."
Daha sonra kahvaltılarımızı yapmaya başladık. Elvan hanım ve Fatih bey çok eğlenceli, anlayışlı insanlarmış. Gerçekten iyiki tanışmışım dediğim insanlardandılar.

Kahvaltıdan sonra odama çıkıp üstüme kalın bir şeyler giydim. Bugün yağmur yağmıyordu ama hava çok soğuktu. Gece rüyamda Big Ben'e gittiğimi gördüm. Rüya değil kâbustu aslında çünkü başıma bir sürü kötü şey geliyordu. Gece terleyerek uyanmıştım yatağımda. Bir huyum vardır. Rüyamda kötü bir şey mi gördüm, ertesi gün hemen onu yaparım. Bu yüzden bugün Big Ben'e gideceğim. Küçük çantamı alıp asansöre bindim. Altıncı kattan lobiye durmadan ineceğim zannediyordum ama dördüncü katta asansör durdu ve içeri şu an en son görmek isteyeceğim insan geldi. Hakan. Bana tebessüm ederek içeri girdi ama ben bana resmen hakaret eden bir adama gülümsemeyecektim. Hiçbir şey demeden içeri girdi. Bende camdan dışarı baktım o girdikten sonra.
"Günaydın Ceyda."
Benim etrafımda bir tane akıllı yoktu gerçekten. Dün bana ağzına geleni sayan adam bugün karşıma geçip tebessüm ederek bana günaydın diyordu. Aslında Hakan'ı görmek bana iyi gelmişti. Günaydın dediğinde mutlu olmuştum bir anda. Başta cevap versem mi bilemedim ama sonra cevap vermeye karar verdim.
"Günaydın Hakan. Biz tanışmıştık sanırım ama ben seni hatırlayamadım bir anda. Aaaa! Sen dün bana sırf otuz beş dakika asansörde beklediğin için ağzına geleni sayan adam değil misin?"
O sırada asansör lobi katına gelmişti ve asansörden inip kapıya doğru yürümeye başladım. Ne söyleyecekti acaba.
"Bak Ceyda. Dün için özür dilerim. Sonradan bende pişman oldum."
Özür dilemesini bekliyordum ama böyle beklemiyordum. O sırada bana çok şaşırtıcı bir şey söyledi.
"Ceyda. Hadi beraber Big Ben'e gidelim. Ben orayı görmek istiyorum ve beraber görelim istiyorum. Belki beni bu sayede affedersin."
Bu teklifi başka biri yapmış olsaydı kabul etmezdim. Ama dedim ya, ben bu adamı dünkü olaya rağmen çok sevdim. İçimde ona karşı iyi bir his var. Sanki o çok iyi biriymiş gibi bir his. Sanki onunla gidersem tatilim çok güzel geçecekmiş gibi bir his.
"Hani sen bir proje için gelmiştin, nasıl benimle Big Ben'e geleceksin?"
"Saat on bir Ceyda. Bugün akşam altıda bir toplantımız var. Onun dışında bugün bir işim yok. Yani bugün seninle Big Ben'de vakit geçirebiliriz. Hemde istediğin kadar."
Kabul edecektim. Hem benden özür dilemişti hem de başka tanıdığım biri yoktu.
"Beraber saat kulesine gideceğiz. Ama bir şartım var."
"Söyle bakalım o şartını."
"Benden tekrar özür dileyeceksin. Şartım bu."
"Memnuniyetle bu şartını yerine getireceğim Ceyda. Şimdi. Ceyda, lütfen dün ani sinirle yaptığım hareketleri, söylediğim sözleri affet."
Söyledikleri konik geldi. Bende güldüm.
"Yinede asansörde kalmak eğlenceli değildi. Bir bakım yaptırın ki benim gibi biri daha kalmasın asansörde."
"Tamam Hakan. Yaptırmalarını söylerim ben. Birde, daha fazla bu konu hakkında konuşmasak olur mu? Ben daha çok seni tanımak istiyorum. Senin asansörde kalma anılarını dinlemek artık pek sarmıyor."
"Peki, ben seni sen de beni tanırsın ama biz saat kulesine gitmeyecek miydik? Ben mi yanlış hatırlıyorum?"
Hakan aslımda eğlenceli biriydi. Ya da ben sevdiğim için bana öyle geliyordu.
"Big Ben yürüme mesafesinde. Çok uzak değil. Ben yürüyerek gitmeyi planlıyordum ama artık iki kişi olduğumuza göre beraber yürüyeceğiz. Böylece ben sıkılmamış olacağım ve yanımda senin gibi komik ve eğlenceli biri olacak."
"Ben yürüyerek gitmeyi düşünmüyordum aslında. Ama burada ikimizin yerine karar verecek birisi varsa yürümem gerek sanırım."
"Görende bütün Londra'yı turla dedim zannedecek. Altı üstü üç dakika yürüyeceksin. Abartma."
"Tamam. Abartmıyorum. Hadi yürüyelim o zaman."
Ve böylece otelden çıkıp saat kulesine doğru yürümeye başladık.
"Ne doktorusun bakalım? İlk yardım öğretecekmişsin ya."
"Aaa evet. Ben aslında cerrahım. Genel cerrahım. Ama gelecek başka doktor olmadığı için ben geldim."
"Cerrah mısın? Ameliyat yaparken falan korkmuyor musun?"
"Hayır, korkmuyorum çünkü artık alıştım ve ameliyat yapmak korkulacak bir şey değil. Sen hiç ameliyat oldun mu daha önce?"
"On üç yaşımdayken skolyoz ameliyatı oldum. Altmış iki derecelik bir eğriliğim vardı. Ama şu an iyiyim. Yani mantıken iyi olmam lazım çünkü on beş yıl oldu."
"Ooo, altmış iki derece! Çokmuş ya. Nasıl fark etmediniz?"
Ne deseydim acaba. Annem ve babam sürekli başıma bir hizmetçi tutup beni sürekli bir programa göre yaşattıkları için ve başımda asla durmadıkları için kimse fark etmedi mi deseydim? Fark ettiğimizde çok geçti. Annemin ısrarıyla gitmiştik doktora. Ve skolyozum çıkmıştı.
"Annem ve babamın gözünden kaçmıştır herhalde. Onlar yoğun insanlardır da."
"Yoğun olduklarını tahmin edebiliyorum."
Bunu sanki annem ve babama kızar gibi söylemişti. İlk defa biri ben bunu söylediğimde bana hak vermişti. Ben bunu bir insana anlattığımda genelde annem ve babamın çok yoğun olmalarının normal olduğunu, onlara kızmamam gerektiğini falan söylerlerdi. Konuyu değiştirmeye karar verdim.
"Evli misin?"
Bana şaşıran bir bakış attı. Bir an duraksadı. Tam ağzını açıp bir şey söylüyordu ki ağzını geri kapattı ve gülümseyerek ellerini kaldırdı. Bu neydi ki şimdi.
"Parmaklarında yüzük yok. O zaman evli değilsin demek mi oluyor?"
"Tam olarak öyle demek oluyor."
"Anladım."
"Peki, sen?"
"Ben evli değilim."
Bana çaktırmadan sessizce güldüğünü gördüm.
"Ne var şimdi, evli olmamak komik bir şey değil tamam mı? Ayrıca sende evli değilsin bir kere. Yani, bana gülemezsin."
"Niye her yaptığımın altında bir sebep arıyorsun Ceyda?"
Çok mu rahatsız olmuştu acaba.
"Çok mu rahatsız oldun Hakan?"
"Bir şey daha öğrendim. Sana şaka yapılmıyor çünkü her şeyi ciddiye alıyorsun. Dün biraz stresli olduğunu söylemiştin. Anlatmak ister misin?"
Hayır hayır şu an olmaz. Anlatamam şu an.
"Bak Hakan, ben buraya eğlenmek için geldim. Ve eğlenmek için yanımda senin gibi komik biri varken bunları düşünmek istemiyorum. Daha sonra açıklarım. Olur mu?"
"İstersen hiç açıklama. Karar senin. Ama dışarıdan stresli gözüküyorsun, haberin olsun."
Sanırım biraz agresif görünüyordum gerçekten de.
Bir şey söylemedim ve yürümeye devam ettik. Zaten Big Ben'in önüne gelmiştik. Hemen Hakan ile sıcak bir şeyler içmeliydik.
"Hakan! Hadi sıcak çikolata falan içelim. Bak şurda küçük bir kafe var. Hadi!"
"Tamam gidiyoruz Ceyda. Kimse engel olmayacak bir şeyler içmemize merak etme."
Gülerek oradaki küçük ama tatlı olan kafeye girdik. Hakan yanımdayken garip bir şekilde kendimi çok iyi hissediyordum. Mutlu hissediyordum. Ona yaşadıklarımı anlatmamıştım ama onu görmek bile bana iyi gelmişti. Onu çok sevmiştim. Daha yeni tanışmıştım ama yinede çok sevmiştim.
"Bak Ceyda. Şu masa boş. Oraya oturabiliriz."
"Hadi geçelim."
Küçük ama tatlı dekore edilmiş masamıza oturduktan sonra bir garson geldi. Hakan iki tane sıcak çikolata istedikten sonra içeceklerimizi beklerken sohbet etmeye başladık.
"Sever misin sıcak çikolatayı?"
"Çocukluğumdan beri hemde."
O sırada ellerim üşümeye başladı. Bende anemi var. Bu yüzden ellerim ve ayaklarım sürekli üşür ama şu an ellerim soğuktan mosmor olmuş durumdaydı. Sanırım Hakan bunu fark etmiş olacaktı ki şaşkın bir ifadeyle yüzüme baktı.
"Ceyda ellerin niye böyle?"
"Bende kansızlık var bu yüzden ellerim ve ayaklarım sürekli üşür. Dışarısı da çok soğuk olduğu için sanırım ellerim morarmış."
O sırada Hakan hiç beklemediğim bir şey yaptı ve ellerimi ellerinin arasına aldı. Başka birisi böyle bir şey yapsa muhtemelen ellerimi direk çekerdim ama onun elleri çok sıcaktı ve sanki elimi çekmemem gerekiyormuş gibi hissettim. Ellerimin ısındığını hissediyordum.
"Ceyda ellerin çok soğuk olduğu ve burada ısıtıcı gibi bir şey olmadığı için böyle bir şeye başvurdum. Ellerin daha fazla soğusaydı hiç iyi olmazdı. Sıcak çikolatan gelince elini bırakırım ve kupaya sararsın ellerini. Şu anlık böyle kalalım yoksa senin sağlığın için çok hoş şeyler olmayacak sanırım."
Bana bir açıklama yapması gerekiyordu ve yaptı. Ona teşekkür edercesine tebessüm ettim ve ellerimiz o şekilde kaldı. Hakan sanırım haklıydı. Ellerim biraz ısındıktan sonra anladım haklı olduğunu. Tabiki başka bir elin ısıtmasıyla çok fazla el ısınmaz ama bana biraz iyi gelmişti. Sonra zaten içeceklerimiz geldi ve ben ellerimi büyük kupaya sardım. Ellerimin daha fazla ısındığını ve normal sıcaklığına söndüğünü hissedince sıcak çikolatamı içmeye başladım.
"Buradan sonra Big Ben'de fotoğraf çektirelim mi Hakan? Hem beraber bir fotoğrafımız olmuş olur."
"Bu çok güzel bir fikir."
O sırada Hakan'ın telefonu çaldı. Arayan kimdi göremedim ama arayan her kimse Hakan'ı çok huzursuz etmişti. Daha sonra telefonunu uçak moduna alıp cebine koydu.
"Niye böyle bir şey yaptın Hakan? Ya seni merak ederlerse?"
"Beni merak etmezler. Acil bir şey olursa da yanımda sen varsın zaten."
Bana güvenmesi hoşuma gitmişti çünkü bende ona çok güveniyordum.
"Bana nasıl bu kadar güvenebiliyorsun? Daha yeni tanıştık ama sen sanki senelerce tanışıyormuşuz gibi güveniyorsun bana."
"Sen bana ne kadar ve nasıl güveniyorsan, ben de sana o kadar ve o şekilde güveniyorum."
"Sana güvendiğimi nereden çıkardın?"
Ona öyle demiştim ama ona herkesten çok güveniyordum aslında. Hem de herkesten.
"Senin bana güvendiğin davranışlarından ve sözlerini söyleme şeklinden o kadar belli oluyor ki anlamamak imkansız. Ama benim sana davranışlarımdan ve sözlerimi söyleme şeklinden de benim sana güvendiğimi anlamaman imkansız. Yani ikimiz de birbirimize herkesten çok güveniyoruz."
"Haklısın."
O sırada içeceklerimizi bitirmiştik ve dışarı çıkmıştık.
"Hadi fotoğraf çekinelim Hakan."
"Tamam, çekinelim Ceyda."
Sonra telefonumu Hakan'a verdim ve ilk o benim fotoğrafımı çekti. Sonra ben onun fotoğrafını çektim. Daha sonra kalbimin çok hızlı bir şekilde, sanki yerinden çıkacak kadar hızlı attığını fark ettim. Bunu düşünecek zamanım yoktu şu anda. Aklıma çok çılgın bir fikir geldi. Telefonumu orada duran yaşlı bir adama verdim ve bizim fotoğrafımızı çekmesini istedim. Hâlâ kalbim gümbür gümbür atıyordu ama nedenini çözemedim. Bunu duymamazlıktan gelmeliydim. Hakan ile nasıl poz vereceğimizi tartışırken Hakan sol kolunu omzuma atıp koluyla beni sardı ve böyle poz vermemiz gerektiğini söyledi. Adama fotoğrafımızı çekebilirsin dedi ve adam bizi çektikten sonra kalbimin daha da hızlı attığını hissettim. Hakan'a söylemeye karar verdim çünkü bu şekilde devam edemezdim.
"Hakan sana bir şey söylemem lazım."
"Tabiki."
"Benim kalbim çok hızlı atmaya başladı ve bu beni rahatsız etmeye başladı. Ne yapacağımı bilmiyorum."
"Kalbin ağrıyor mu yoksa hızlı mı atıyor?"
"Hızlı atıyor."
Hafifçe güldüğünü gördüm ve bana cevap vermesini bekledim.
"Tamam nabzını ölçeyim ben senin."
Sonra tişörtümün kollarını yukarı çıkardı ve parmağını bileğime bastırdı. Sonra benim kalbim daha da hızlı atmaya başladı.
"Ceyda sakin ol lütfen. Böyle yaparsan doğru bir sonuç alamayız. Derin nefes al üç kere. Sonra ben senin nabzını ölçeyim. Olur mu?"
Başımı salladım. Sonra üç tane derin nefes aldım. Hakan'a tekrardan kolumu verdim. Elini bileğimden çekmediği için alışmıştım onun bana dokunmasına. Elleri nedenini bilmediğim bir şekilde gerçekten çok sıcaktı.
"Senin ellerin niye bu kadar sıcak?"
"Benim ellerim sıcak değil. Senin vücudun çok soğuk. O yüzden."
On beş saniye nabzımı saydıktan sonra nabzımın normal olduğunu söyledi.
"O zaman kalbim niye bu kadar hızlı atıyordu demin?"
"Bimem. Belki de çok heyecanlanmışsındır."
Ne için bu kadar heyecanlanabilirdim ki? Ona bir anlam veremedim o anda.
"Şu an iyi misin?"
"Evet iyiyim, teşekkür ederim."
"Otele dönelim mi artık? Sen çok yoruldun bugün."
"Hayır, dönmeyelim Hakan. Biraz yürüyelim. Lütfen."
Israr etmeye devam edince beni kıramadı ve yürüme teklifimi kabul etti. Otele dönmek istemiyordum gerçekten.
"Madem yürümek istiyorsun, o zaman bunu al bakalım."
Paltosunu çıkarıp bana verdi. Başka bir kız olsaydı yok sen üşürsün falan deyip geri vermeye çalışırdı. Ama anlaşmak için sözlere ihtiyacımız yoktu, gözlerine baktım. O da bana sorun yok dercesine göz kırptı ve yola devam ettik.  Londra sokaklarında gezerken zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştık ikimizde. Saat akşam beş civarı karnımın acıktığını fark ettim.
"Acıktın mı?"
Hakan acıktığımı nasıl anlamıştı acaba.
"Nasıl anlayabildin acıktığımı? Ben sana söylemedim ki."
"Hissettim."
"Nasıl yani?"
"Acıktığını hissettim."
"Hisleri kuvvetli bir insansın sanırım çünkü doğru tahmin ettin."
"Aslında hislerim hiç kuvveti değildir. Fakat aramızda garip bir enerji var. Sabahtan beri seninle ilgili bütün hissettiklerim doğru çıktı. Sana tesadüftür diye söylemedim. Hepsi doğru çıkınca belki bu da doğrudur diye düşündüm ve söyledim. Doğru çıktı."
"O zaman bir şeyler yiyip otele dönelim. Senin akşam altıda toplantın var zaten. Sen ona gidersin."
"Ben yokken ne yapacaksın?"
"Bilmiyorum. Havuza falan girerim herhalde."
"Şuradaki kafeye gidip bir şeyler yiyelim o zaman."
Önümüzde normal, Türkiyedekiler gibi bir kafe vardı. Pizza yemek istedim ama bitiremeyeceğimi biliyordum.
"Ne yiyeceksin?"
Büyük boy pizzayı Hakanla paylaşma fikri çok mantıklı geldi. Bunu ona söyleyecektim.
"Büyük boy pizza alıp paylaşabiliriz. Ben üç dilimden fazlasını yiyemem."
"Bana da mantıklı geldi. Ben de çok aç değildim zaten böylece ikimiz de yemek yemiş oluruz."
Aç olmaması normaldi çünkü yolda her bulduğu yerden bir şey alıp yiyordu. Hatta ağzımı açıp bana da yedirmeye çalışıyordu.
"Ben senin yerinde olsaydım bende aç olmazdım."
Gülmekle yetindi. Onu gülerken izlemek bana iyi gelmişti. İyiki onunla tanışmışım, yoksa hep eksik olacaktım. Tatilim mutsuz geçecekti diye düşündüm. Ne garip değil mi? Belkide bugünden sonra bir daha görüşmeyeceğiz ama ben arkadaş olduğumuzu söylüyorum. Çünkü hissediyorum. Onunla harika bir tatil geçireceğim ve o ne zaman dönerse o zaman döneceğim. Onunla yeni tanışmıştım ve hemen ayrılmayacaktım ondan.

Saat Kulesinin AltındaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin