5. Bölüm: Her şey güzel. Şimdilik!

21 1 0
                                    

                                                        17 Eylül 2006
                                              Ceyda'nın anlatımıyla
Telefonumun çalma sesiyle gözlerimi açtım sabaha. Arayanın kim olduğuna bakmadan önce bugünün doğum günüm olduğu aklıma geldi. Tam yirmi dokuz yıl önce bugün doğdum ben. Geçen yıl bugün çok mutluydum. Sabahında ailecek küçük bir kutlama, gün içinde arkadaşlarımdan gelen hediyeler ve akşam büyük bir doğum günü partisi. Bütün doğum günlerim böyle geçmedi ama. Berbat geçenlerde oldu. Rüya gibi geçenlerde. Bu yıl nasıl olacak diye düşünürken telefonumun ekranına baktığımda arayanın Batuhan olduğunu gördüm. Yüzümdeki gülümsemenin solması iki saniye sürdü. Konuşmak istemiyordum ama açmam lazımdı yoksa bütün gün bunu düşünecektim. Bende o yüzden cevap vermeye karar verdim. Sonuçta eskiden güzel geçen doğum günlerimde de, kötü geçenlerde de yanımda o vardı. Onu kırmak istemedim. Ve istemeyerek de olsa telefonu açtım.
"Günaydın doğum günü kızı! Bugün nasılsın bakalım?"
Sesindeki bu enerjinin sebebini anlayamıyordum. Orada sabah altı buçuktu saat. Ben o saatlerde elimde kahveyle, gözlerim yorgun bir şekilde oteli dolaşıyorum. Ve sesim bu kadar enerjik çıkmıyor. Batuhan'ın ne iş yaptığını söyledim mi? Avukat. Bizim otel için de çalışıyor. Bu yüzden birbirimizi her gün otelde de iş arkadaşı olarak görüyoruz.
"Sanada günaydın. Sabah sabah ne bu enerji?"
"Yani. Beni biliyorsun. Her zamanki halim."
Güldüm. Doğru söylüyordu. O hep böyleydi.
"Peki bugün ne yapacaksın? Sakın bana bütün gün  uyuşuk bir şekilde uyuyacağını söyleme."
"Saçmalama! Burada arkadaşlarım var. Onlarla kutlayacağız."
"Hmm. Burada olsaydın hep beraber güzel şeyler yapardık."
"Ama değilim işte."
Bunu dedikten sonra derin bir nefes aldım. O da aldı. Sanırım konuşma tatsız yerlere gidecek gibi görünüyordu.
"Peki o zaman. Tekrardan doğum günün kutlu olsun. Buraya dönünce bir şeyler yaparız. Kendine çok iyi bak Ceyda."
"Teşekkür ederim. Sende."
Telefonu kapattıktan sonra iç geçirdim. Bu güzelim arkadaşlığımızı bozacak mıydık? Sanırım evet. Daha sonra tekrar telefonum çaldı ama bu sefer arayan Hakan'dı. Heyecanla açtım telefonu.
"Doğum günün kutlu olsun Ceyda. Hemen hazırlanman lazım. Kahvaltı için çıkacağız."
Çok şaşırdım çünkü ona doğum günüm olduğunu söylememiştim. Nereden biliyordu acaba?
"Tabi, beş dakikaya lobide buluşalım."
"Tamamdır."
Hemen hazırlanıp lobiye indim. Acaba nereye gidecektik? Çok heyecanlıydım. Beklerken bir çift göz elimi kapattı. Bu Hakan'ın eliydi.
"Acaba gözümü kapatan bu çok sıcak eller kimin eli?"
"Tahmin et."
"Hımm. Çok sevdiğim biri var. İsmi Hakan. Soy ismini bilmiyorum."
Ellerini gözümden çekti, daha sonra eğilip elimi tuttu ve beni oturduğum yerden yavaşça kaldırdı.
Bana doğru eğilip "Henüz soy ismimi bilmene gerek yok ama çok yakın zamanda mutlaka öğreneceksin." dedi. Soy ismi pek de umrumda değildi açıkçası. Dolayısıyla fazla üstüne gitmedim. Nasıl olsa söyler diye düşündüm.
"Nereye gideceğiz peki."
"Bir yere gideceğiz. Sen sadece bana odaklan. Bugün güzel şeyler yapacağız."
Açıkçası akşam buradaki bütün arkadaşlarım ve otelin idaresi ile büyük bir parti düzenleyeceğiz. İkisini bir arada nasıl götüreceğim hakkında en ufak bir fikrim yok. Neyseki bizim parti akşam. Belki akşama bir şey olur da ayrılırız diye düşündüm. Aslında akşam parti yerine Hakan ile kalmayı tercih ederdim. Ailem yanımda olmasada ailem yanımda gibi hissediyordum. Hakan benim tek kişilik ailem gibiydi. Hatta öyleydi. Elini tuttum.
"O zaman sana şimdiden teşekkür ederim. Bana yaşatacağın bu güzel gün için."
"Bende sana teşekkür ederim. Tatilini benimle geçirmeye karar verdiğin için."
O sırada dışarıdan gelen soğuk havanın etkisiyle bir an ürperdim.
"Gideceğimiz yer ne kadar uzaklıkta Hakan?"
"Big Ben kadar uzakta."
"Peki. Umarım çabuk varırız."
O sırada Hakan'ın telefonu çaldı. Uzanıp baktığımda arayanın Simge diye bir kadın olduğunu gördüm. Niye bilmiyorum ama bu beni rahatsız etti.
"Bir dakika Ceyda. Çok pardon."
"Yok sorun değil. Açabilirsin."
Konuşmalarından anladığım kadarıyla önemli bir şey yoktu. Hakan gayet rahat görünüyordu. Beş dakika kadar konuştular. Kimdi bu kadın? Kız arkadaşı falan mıydı? Belki onun babası da benim babam gibi onunla evlenmesini istiyordur. Yok ya. Ona öyle baskı yapacaklarını zannetmem. Sonuçta Batuhan'a da yapmıyorlar. Onun yerine iki aile de bana yapıyor gerçi! Ona sıra gelmiyordur. Ay neyse ya. Gerek yok bunları düşünmeye. Telefonu kapattığını fark ettiğimde sormak için ona döndüm.
"Hakan kim bu kadın?"
"Ne?"
Fazla mı sert çıktım diye düşündüm ama sert çıkmamıştım. Sadece sordum ve neden şaşırdığını anlamadım.
"Sen beni mi kıskandın." Gülmeye başladı. Bunun nesi komikti.
"Gülmeyi keser misin? Herkes sevdiği insanı biraz kıskanır."
"Cerrah arkadaşlarımdan birisi."
"İkiletmediğin için sağol."
Gülmeye başladığında bende gülmeye başladım.
"Ya gülme! Olabilir böyle şeyler. Hem ben Ankara'ya döndüğümüzde seni daha çok kıskanacağım. "
"Geldik"
Birkaç dakika çok çabuk geçmişti. Çok güzel ışıklarla dekore edilmiş bu güzel kafeye heyecanla girdim.
"Şurayı rezerve ettirmiştim."
"Sen daha önceden bunları planlamış mıydın?"
Mavi gözleriyle baan hafifçe göz kırparken garson yanımıza geldi. Siparişlerimizi verdikten sonra sohbete daldık. Doktorluk mesleğini merak ettiğim için ona tıp okumakla alakalı sorular sordum. Biraz havadan sudan konuştuk. Ankara'da yaşaması beni mutlu etti açıkçası. Böylece Türkiye'ye dönünce de görüşebilecektik. O sırada kahvaltımızı yapmaya başladık.
"Peki kardeşin var mı?"
"Bir ablam var. Senin?"
"Bir erkek kardeşim var."
"O zaman görümcem yok."
Yediği şey boğazında kalmış olacak ki bir anda öksürmeye başladı. Kendine gelince de gülmeye başladı.
"Evet yok. Ne şanslısın."
Tebessüm etmekle yetindim. Doğru, şanslıydım. Bir süre hiç konuşmadan yemek yedik. Kalkarken güneşin açtığını gördüm.
"Ne kadar şanslıyız. Tam biz çıkarken güneş açtı."
"Doğum günün güzel geçiyor sanırım. Hadi buz patenine gidelim!"
"Ne!"
"Evet, buz pateni yapacağız."
"Peki, nasıl gideceğiz?"
"Nasıl gitmek istersin?"
Yürüyerek gitmek istiyordum çünkü zaten Ankara'da her yere arabayla gidiyordum. Burada yürümek istiyordum.
"Yürüyerek gidelim."
"Hadi o zaman."
Yirmi dakika sonra buz pateni yapmaya başlamıştık bile. Hakan ile kaymak çok eğlenceliydi. Gittiğimizde saat erken olduğu için çok ama çok az kişi vardı. Burası genelde akşamları dolu oluyor. Birkaç denemeden sonra kaymayı başarabilmiştim ama hâlâ ara sıra düşüyordum. Ara sıra değil, sık sık düşüyordum. Hakan sanırım buna alışmış olacak ki artık beni bağırdığım anda tutuyordu. O sırada sırtımda iki el hissettim. Bu Hakan'dı. Beni gıcıklık olsun diye buza itiyordu.
"Hakan tut beni!" Diye bağırdığımda beni tutmak yerine öylece bekledi ve ben yere düştüm. Kalkarken, daha doğrusu kalkmaya çalışırken o bana zahmet vermeyip beni kucaklayınca daha rahat kalktım.
"Yardımların için teşekkür ederim ama biraz erken oldu sanki."
"Aksine, tam zamanında."
Buzun bedenimi titrettiğini hissettiğimde çıkmak istiyordum. O sırada Hakan durumumu fark etmiş olacak ki benden önce çıkmak istedi.
"Ceyda hadi çıkalım. Big Ben'e gidebiliriz."
Tam olarak bunu bekliyordum.
"Hadi."
Toparlanıp yola çıktığımızda hava gayet güzeldi. Big Ben'e gitmek buz patenine gitmekten çok daha kısaydı.
"London Eye'a biniyoruz."
Cevap vermeme fırsat bırakmadan elimden tutup beni götürdü. Biraz sıra bekledikten sonra nihayet binebildik. Biz çok az şey yaptık ama saat öğlen üç olmuştu. Buz pateninde çok oyalandık. Onunla kaydığımız zaman gerçekten çok güzeldi. Bazen birbirimizi buza ittik ama yine de keyifliydi. Hakan tek kişi olarak bana ne annemi, ne babamı, ne Defne'yi, ne Efe'yi, ne de Batuhan'ı aratıyordu. Benim hem ailem hem arkadaşım olmuştu. Hem de sevdiğim insan olmuştu. Onu sevmekten korkuyordum ama seviyordum. Bana bağırdığı gün bile ondan çok etkilenmiştim. Neyse ki sonra iyi anlaşmaya başladık. İşler de iyiye gitmeye başladı.
"Ceyda. Hadi. Binelim."
Havada yükselirken Hakan bana doğru döndü. Bir adım attı. Ben de geriye doğru bir adım attım. Sonra bir adım daha attı. Ben de geriye doğru bir adım attım. Sırtım cama yapışmıştı. Artık bir yere gidemezdim. O bir adım daha atınca amacını anlamıştım, bana bir şey söyleyecekti ama anladığım için kendini yormasına izin vermeyecektim. Aramızdaki mesafe kapanmak üzereydi. Birkaç saye bana baktı. Tam ağzını açacaktı ki "evet" diyerek boynuna atladım. Aldığım en iyi çıkma teklifi buydu sanırım. Hemde doğum günümde.
"Doğum günün kutlu olsun. Sevdiğim kız."
"Teşekkür ederim. Sevdiğim çocuk. En güzel doğum günü hediyem buydu sanırım."
Big Ben hiç olmadığı kadar güzel görünüyordu. Ya da ben şu an çok mutlu olduğum için öyle düşünüyordum. İndiğimizde Hakan beni tatlı yemek için bir kafeye götürdü.
"Ben tatlı yemeyi gerçekten çok seviyorum." Çilekli donatımı yerken bir yandan da Hakan ile konuşuyordum.  Sonra telefonu çaldı. Savaş diye biri arıyordu.
"Tatlını bitirdiysen otele dönelim mi?"
"Acil bir şey mi var?"
"Yarın için toplantı yapmamız gerekiyormuş. Gitmemiz zorunluymuş. Seni doğum gününde yalnız bırakmak istemiyorum ama ben."
"Yok ya sen git. Hatta kalkalım istersen. Ben bitirdim tatlılarımı."
"Hadi o zaman."
Saat akşam yediye geliyordu. Bu saate kadar dışarıda oyalanmıştık. Havada iyice kararmıştı.
"Peki, sen nasıl gideceksin?"
"Savaş beni alacak. Ha, bu gece onlarda kalabilirim belki. Kalırsam ararım seni."
"Tamamdır."
Sarılarak otele kadar yürüdük. O gittikten sonra odama çıktım. Odama çıkınca yatağımın üstünde güzel gri bir elbise ve Cassandra'dan gelen bir not buldum. Saat dokuzda konferans salonunda olmam gerekiyordu ve saat sekizdi. Hemen bir duş aldım, saçlarımı kurutup bukle şeklini verdim, elbisemi giydim, güzel bir makyaj yaptım ve artık hazırdım. Saate baktığımda saatin dokuz olması için on beş dakika kaldığını gördüm. Camın önüne oturup beklemeye başladım. Hazırlanırken bir yandan doğum günüm için gelen telefonları açmıştım. Konferansa inmeye karar verdim. Ben inene kadar zaten geçerdi on beş dakika. Hatta on dakika. Konferans salonu birinci kattaydı. Lobi katının bir üstündeki kat oluyor. Aşağıya indim ama konferans salonu karanlıktı. Kimse yoktu. Acaba öbüründeler mi diye düşündüm ama Cassandra ısrarla burayı söylemişti sabah. İçeri girmeye karar verdim. Adımımı atmamla konfetilerin üstüme patlaması bir oldu. Işıklar yanınca herkesi gördüm. Hepsine tek tek sarılıp teşekkür ettim. Hepsini çok seviyordum. Bana çok iyi gelmişti. Daha sonra oyunlar oynayıp partiyi başlattık.

Parti bittiğinde saat on bir buçuktu. Hemen odaya çıkmadım. Biraz lobide oturmaya karar verdim. Lobiye iner inmez Hakan'ı gördüm.
"Ben yokken bir yere mi gittin yoksa."
"Bana sürpriz yaptılar. Onun için böyle giyindim."
"Sen kral dairesi gibi bir yerde mi kalıyorsun?"
"Hayır, istersen sana odamı gösterebilirim. Hadi, gel."
Odama çıktığımızda odamı garipsememişti çünkü sadece biraz daha büyüktü öbürlerinden.
"Odan çok güzelmiş. Neyse, ben ineyim artık. İyi geceler."
Ben de ona iyi geceler dedim ve vedalaştık. Arkasından bir süre düşündüm. Bence tatilim gayet güzel gidiyordu. Daha sonra yorgunlukla kendimi yatağa attım.

Saat Kulesinin AltındaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin