Bölüm 10: Derinlerde

1.2K 34 19
                                    


Süsenden:

Akşamüstü laptop kucağımda internette geziniyordum. Son birkaç gün öyle yorucu geçmişti ki beni meşgul edecek bir şeylere ihtiyacım vardı. Ömer'le konuşmak istiyordum aslında. Sesini duymaya ihtiyacım vardı ama bu iki günü kardeşlerine ayıracağı için hiç arayıp rahatsız etmek istemedim. Bir ara dizi ya da film mi izlesem diye geçti aklımdan. Bakınmaya başladım. Oyalanırken telefonumun çalmasıyla odağım değişti. Sehpaya uzanıp ekrandaki isme baktım. Barış abiydi arayan. Belli ki beni merak etmişti. Bekletmeden açtım telefonu.

—Barış abi?
—Süsen merhaba. Nasılsın, ne durumdasın merak ettim de. İyi misin?
—İyiyim bir sıkıntı yok. Dediğin gibi, tek başıma halletmeye çalışmıyorum. Bir avukatla konuştum. Bana yardım edecek. Endişelenme benim için.
—Bunu duyduğuma sevindim Süsen. Yine de ne zaman istersen beni arayabilirsin. Unutma sakın.
—Çok sağ ol abi. Her şey için teşekkür ederim.

Söyleyeceklerim kapının sesiyle yarıda kaldı.

—Abi kapı çalıyor. Daha sonra tekrar konuşuruz olur mu?
-Tamam Süsen. Hoşça kal.

Telefonu kapatıp ayaklandım. Bu saatte kimseyi beklemiyordum doğrusu. Acaba gelen Poyraz amca mıydı? 'Umarım o değildir. Eğer takip ediliyorsam felaket olur bu.' Aklımdakilerle kapıyı açtığımda karşımda Ömer'i gördüm. Öyle bitkin görünüyordu ki. Uzun zamandır böyle görmemiştim onu. Telaşla sordum.

—Ömer? Neyin var böyle?

Yaslandığı duvardan yavaşça ayrıldı. Yüzü solgundu. Sanki bacakları taşımıyordu onu. Yüzüme baktı. Gözlerindeki hüzün ne yapacağımı şaşırmama neden oldu. Dudaklarından dökülenlerse harekete geçmeme.

"Süsen... Sarılsana bana."

Hızla kollarımı boynuna doladım. Aynı hızla Ömer'in kolları da belimi kavradı ve başını boynuma gömdü. Ne oldu hiçbir fikrim yoktu. Bugünü kardeşleriyle geçirecekti. Onlarla mı ilgiliydi acaba? Sormak istiyordum ama hali anlatması için zaman tanımam gerektiğini düşünmeme neden olmuştu. Yavaşça geri çekilmeye çalıştım. Kollarının beni bırakmaya niyeti yok gibiydi. Ellerimi yüzüne kaydırıp bana bakmasını sağlamak istedim. Yüzü öyle soğuktu ki.

—Ömer buz gibisin. İçeri geçelim çabuk.

Cevap vermedi. Ellerimi ellerinin üzerine götürüp tutuşunu gevşetmeye çalıştım. Elleri de soğuktu, çok soğuktu. Nihayet iki elini avuçlarımın arasına alıp peşim sıra içeri çekebilmiştim onu. Yürümeye hali yoktu resmen. Oturması için koltuğa yönlendirdim ama koltuğun yanında öylece dikiliyordu şimdi. Elimi sırtına yerleştirdim.

—Ömer, otursana.

Duyduğu şeyle nerede olduğunu, ne yapması gerektiğini yeni kavramış gibi koltuğa oturdu yavaşça.

—Sana çay yapıp geleceğim, tamam mı?

Oturduğu yerden uzanıp elimi kavradı.

—Çaya ihtiyacım yok. Sadece sana ihtiyacım var şu an. Gitme.
—Ömer. Çok üşümüşsün. Bir yere gittiğim yok ki hem. On dakika sürmez. Ihlamur yapıp geleceğim. Sen de o arada biraz dinlen. Belli ki çok yorulmuşsun. Dönünce bütün vaktim senin. Söz veriyorum.

Hafifçe kafasını salladı, sonra da elimi bıraktı. Mutfakta ıhlamuru hazırlayıp elimde fincanla geri döndüğümde yerinden bir milim bile kıpırdamadığını gördüm. Montunu da çıkarmamıştı. Fincanı sehpaya bırakıp montunu çıkarması için ellerimi omzuna yerleştirdim. Ne yapmaya çalıştığımı anlayınca montunu çıkarıp bana uzattı. Sehpadaki fincanı uzattım ona. Sonra da gidip montunu astım. Ne demem gerek emin değildim. Koltukta yanına oturdum.

YAKICI SIRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin