BİRKAÇ ANI

287 24 5
                                    


Başına bunu ekliyorum çünkü içime sindiği için paylaşmadım. Bir ara yazmışım parça parça bir şeyler. Taslakta kalmasın diye yayınlıyorum. Silmek de istemedim ama sonra silerim belki bilemedim. Çok bir beklentiyle okumayın, tatmin etmeyebilir.


Zaman aktı...

Üniversiteye başlıyorlardı artık. Yeni başlangıçlar, yeni arkadaşlıklar, bambaşka bir ortam... Her şey yeniydi. Sınava hazırlandıkları son bir sene Süsen için gerçekten çok zor geçmişti. Tolga ve Kaan olmasaydı yalnız da geçerdi muhtemelen. Ömer o zamanlar hep çok meşguldü. Sürekli ders çalışıyor, arta kalan vakitlerinde de işe gidiyordu. Birinin eve para götürmesi gerekiyordu çünkü. Süsen, bu duruma çok üzülüyor olsa da hiçbir şey diyemiyordu. Ömer'in hayallerinin önünde bir engel olmak istemiyordu. Zor bir hayatı, büyük mücadeleleri olan kişi Ömer'di. Bu yüzden Süsen, onunla okulda geçirebildiği vakitle yetinmek zorundaydı. Ancak son sene istediği bölüme karar verdikten sonra sayısaldan eşit ağırlığa geçtiği için çocukla sınıfları da ayrılmıştı. Kız, korkuyordu. Günler Ömer'i kendisinden uzaklaştırıyordu sanki. Nadiren oturup sohbet edebiliyorlardı. Her şeyin sonunda, üniversiteye başlayıp bu uzaklaşmanın son bulmasını diliyordu sadece.

''Sınavı kazandığı zaman her şey eskisi gibi olacak. Aramızdaki her şey eskisi gibi olacak''

Sık sık tekrarladığı cümle buydu Süsen'in. Korkularını bastırmak için buna ihtiyacı vardı. Bu zamana kadar yaşadıkları onca şeye, atlattıkları onca badireye rağmen içinden bir ses hep Ömer'i kaybetme ihtimalini fısıldıyordu ona. Neden böyle olduğuna anlam verememişti hiç. Bu korkuyu hiç atlatamayacağı düşüncesi zihninde dolanıp duruyordu. Ömer'in onu ne kadar çok sevdiğini bilse de bu ihtimali yok sayamıyordu. Çünkü Süsen, hep kayıp veren tarafta olmuştu bu yaşına kadar. Hep geride bırakılan, yok sayılan oydu. Bazen görünmez olmuştu diğerlerinin yanında. Ama her şey Ömer'in varlığıyla değişmişti. Bazen sadece tek bir kişi için görünür olmanın yeterli olduğunun farkına varmıştı. Ömer'in gelişiyle hayatı başka bir anlam kazanmıştı. Ama her şeyi böylesine anlamlandırabilen Ömer'in, gidişiyle her şeyi tersine çevirebileceğini de biliyordu. Son bir yılı sık sık bunu düşünerek geçmişti. Evet, Ömer'i çok seviyordu ama Ömer'in yokluğuyla hayatı bitmiş gibi mi olacaktı gerçekten? Eğer Ömer bir gün hayatından çıkarsa bu, Süsen'in her şeyini kaybedeceği anlamına mı geliyordu? Ömer her şeyi mi olmuştu? Kendi benliğini unutacak ve sadece Ömer'le var olacak durumda mıydı? Birini bu derece sevmek, birine bu derece bağlamak bir yandan oldukça güzel olsa da, uzun vadede hastalıklı bir noktaya mı evriliyordu? Korluları ve endişeleriyle başa çıkmaya çalışsa da açıkçası Ömer'in yokluğu da kıza pek yardımcı olmuyordu. Kasıtlı bir yokluk olmadığını biliyordu kız, yine de düşünürken panikliyordu. Tolga ve Kaan'la da paylaşmıştı bu korkularını. İki arkadaşı da boşuna endişelendiğini söylemişti ona. Ama sözler Süsen için yeterli gelmemişti. Her şeyin sonunda profesyonel destek almanın kendisine çok daha iyi geleceğini düşünmüş ve bir psikologla görüşmeye başlamıştı. Bu süreçte her şeyden önce kendisini sevmeyi öğrenmesi gerektiğini anlamıştı. Her seans bu gereklilik kendisine hatırlatılsa da doğrusu bunu yapmak hiç de öyle söylendiği gibi kolay değildi. Ailesinden yıllarca uzakta kalmış, pek arkadaş edinememiş, yıllarca sevilmediğine kendini inandırmış bir kız birden bire kendisini sevemiyordu maalesef. Mental olarak güçlü olmak, kötü giden olaylarda sarsılmamak, istikrarlı olmak... Hepsi Süsen için çok zordu. Zaten kaza olayı ve yaşadıklarından sonra ne kadar çabalarsa çabalasın tam olarak toparlanamadığının farkındaydı. Böylece genç kız tüm sınav senesini ders çalışarak, psikologa giderek ve kendini geliştirmeye çalışarak geçirmişti.

Grafik Tasarım okumaya karar vermişti. Zaten resim çizmeyi çok seviyordu. Bu bölüm hem çizimlerini gönlünce yapabileceği hem de bunları dijitale aktarabileceği bir alan açacaktı ona. Bir yandan da farklı sanat dallarına yöneliyordu. Fotoğraf ve seramik ilgisini çekiyordu çokça. Kendini geliştirmeyi, kendine yönelmeyi kafaya koyduğundan beri kendi geleceğiyle ilgili daha çok şey düşünür olmuştu. Renkleri seviyordu. Renklerle oynamayı seviyordu. Duygu durumunu renklerle yansıtmayı seviyordu. Filmlerde sahnelerin hissettirdiklerinin renklerle yansıtılmasına bayılıyordu. Böylece ilgi alanlarını belirlediğinden emin olunca tüm bunlarla neler yapabileceğini daha çok düşündü.


YAKICI SIRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin