1. bölüm: Yaralı Yaralı

16.3K 284 20
                                    

Yanımdan geçerken öyle bir bakmıştı ki yüzüme. İçimde kopan fırtınalardan, kalbimin çevresindeki bütün organlar nasibini almıştı. Sanki bana öğrencisine bakar gibi değil, kalbini kırmış annesine bakar gibi bakmıştı. Bense hala onu kıracak bir şey söylemediğimi düşünüyordum.

Bana bakışını attıktan sonra evinin yolunu tutmuştu kalbimin hırçın, bir o kadar da yakışıklı kaptanı...

Bende 1 ders sonra çıkacaktım. Son dersim matematikti. Hocamız tahtada problem çözerken, ben sayıların arasında onun bana bakışını görüyordum sanki. Birden arkadaşım Aleyna'nın dürtmesiyle irkildim. Bana fısıltıyla bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Bense tüm çabalarına rağmen anlamamaya ısrar ediyordum sanki. Birbirimize bakarken ikimizde hocanın "kızlar ne oluyo orada" demesiyle döndük önümüze. Ben sakin bir sesle "bir şey yok hocam" dedim. Aslında bir şey vardı, hem de büyük bir şey vardı. Edebiyat öğretmenim demin yanımdan bana trip atarcasına geçmişti ama ben bunun nedenini henüz çözemiyordum.

Biraz düşününce sanki haklı olabileceğini düşünmüştüm. Galiba bir önceki tenefüs ona dediklerim ağrına gitmiş olmalıydı. Sonra bir daha düşününce ben ağrına gidebilecek hiçbir şey söylememiştim ona...

Düşüncelerimin ardından kendimi biraz derse vermeye çalıştım. Her ne kadar denediysemde başaramadım. Zilim çalmasına henüz 5 dakika vardı. Hoca son sorusunuda yaparak bizi serbest bıraktı.

O 5 dakikada biraz Aleyna ve Melis'le sohbet ettim. Bana sürekli niye böyle olduğumu soruyorlardı. Henüz onların hiçbir şeyden haberi yoktu. Tabi ki söyleyecektim onlara ama hep zamanının gelmesini bekliyordum. Daha doğrusu bende duygularımdan emin olmuş değildim. Ömer'e karşı hislerim.......... pardon Ömer Hocaya karşı hislerim sadece alışkanlık da olabilirdi.

Ben kafamda bunları kurgularken zil çalmıştı. Arkadaşımız Melis ve Hasan'la vedalaşıp, Aleyna'yla durağa doğru ilerledik. Durağa vardığımızda Aleyna bana dönüp "yarın gidiyor muyuz?" Dedi. Bense önce sorduğu soruyu kavramaya çalıştım. Bir kaç saniye sonra içimdeki kelebekleri havalandırarak "tabiki de" dedim. O an Ömer Hocanın bana attığı o bakışı unutmuş gibiydim. "yarın gidiyor muyuz?" derken kısafilmi kastetmişti. Bu konuyla çok alakalı olduğum için "nereye?" diye sormaya gerek duymamıştım.

Otobüs gelmişti. Bir an önce eve gitmek istiyordum. Kafamdaki bütün düşüceleri okul yoluna bırakmaya çalışmıştım. Ama nafile birkaç tanesi beni takip ederek evin kapısından içeriye girdi.

Kafamı koyup bir an önce uyumak istiyordum. Çünkü uyumadığım her saat daha başka şeyler düşünmeme sebep oluyordu.

Yarın Ömer Hocaya dersimiz olduğunu düşünerek uykuya daldım.

Sanki aradan çok kısa bir zaman geçmişti annemin "hadi kalk okula geç kalıyorsun" demesiyle koca bir günü uyuyarak geçirdiğimi idrak ettim. Hemen kalktım çünkü bugün enerjik olmam gerekiyordu. Çünkü Ömer Hocanın dersi vardı. Ayrıca çıkışta hep beraber kısafilme kalacakatık.

Hızlı bir şekilde üstümü giyindim. Sonra aynanın karşısına geçtim. Upuzun olan saçlarımı açık bırakmaya hiç niyetim yoktu. Zaten sevmezdim de salık saçı, hep rahatsız ederdi beni. Hemen hızlı hızlı at kuyruğu yapıp ucunu sıkı bir şekilde ördüm.

Biraz daha oyalansaydım geç kalacaktım. Evden apar topar çıktım. İçimde yine evde bir şey unuttuğuma dair bir his vardı. Ama ne olduğunu hiçbir zaman kestiremiyordum. Çünkü ne zaman evden aceleyle çıksam bu his düşerdi içime.

İçimdeki hissi elimin tersiyle bir köşeye ittikten sonra hızlı adımlarla otobüs durağına yürüdüm. Otobüs henüz gelmemişti beklemeye koyuldum.

-------------------------------------------------------------

Sonunda okula varmıştım. Herkes dışarıda sıra olmuş müdür yardımcısının "günaydın" demesini bekliyordu. Pazartesi ve Cuma günleri hariç öğretmenler pek sırada olmazlardı. Sıraya girdiğimde bir kaç tane öğretmen olduğunu farkettim. Gözlerim Ömer Hocayı arıyordu. Etrafa biraz göz gezdirdim. Fakat yoktu. Büyük ihtimalle öğretmenler odasında olabileceğini düşündüm.

Bu seneki sınıfımız öğretmenler odasının hemen karşısındaydı. Sınıfa girmeden önce öğretmenler odasından içeriye kafamı uzattım. Orada oturuyordu işte. Daha iyi görebilmek için içeri doğru bir adım attım. Altıda siyah düz pantolonu, üzerinde açık mavi ve yakasının iç tarafına doğru kırmızı bir şerit bulunan gömleği... Uzun bir süredir kravat takmıyordu. Halbuki ilk günlerde hep kravatlıydı. Yukarı doğru çıktığımda, muazzam bir şekilde özenle yapmış olduğu ucu sivrileştirilmiş saçları, beni benden alan koyu kahverengi gözleri ve de karşısındaki kişide öpme duygusu uyandıran bıyıklı dudakları. Bıyığı sanki özenle yaratılmış gibiydi, ondan ayrı bir devlet kurmuştu dudaklarının üstüne. Bıraksan tek başına her şeye yeterdi sanki. Ama onun dudaklarının üstünde daha bi güzeldi. Bana göre bir bıyık bir insana anca bu kadar yakışırdı. Uzaktan da olsa onu izlemek çok güzeldi.

Kapıda çok uzun süre beklediğimi kestirebiliyordum fakat gözlerimi alamıyordum ondan. Kapıdan girmeye çalışan bir hoca bana "kimi aradın kızım" dedi. Şöyle bir irkilip kendime geldim. "ha hocam Emel Hocaya baktımda yok galiba" dedim. "o nöbetçi bugün 3. koridorda" diye karşılık verdi. Bende sadece "sağolun hocam" diyebildim.

Hemen kendime gelip sınıfa girmem gerekiyordu. İlk ders coğrafyaydı. Coğrafya dersini hiç sevmezdim. Nedense bana hep sıkıcı gelirdi. Ama öğretmenimiz çok iyiydi. Allah var şimdi diğer öğretmenlere göre daha anlayışlıydı ve dersleri işlerken bizi hep eğlendirmeye çalışırdı. Bunu yapan öğretmen çok nadir bulunurdu.

2 saat dolu dolu ders işledikten sonra tenefüse çıktık. Bir sonraki ders edebiyattı. Tenefüsün bir an önce bitmesini dileyerek tekrar sınıfa girdik. Tam sıraya oturduğumda zil çaldı. Oldukça heyecanlanmıştım. Ardından öğretmenler zili de çalınca direk kendimi ayakta buldum. Ben ayaktayken o da sınıftan içeri girdi. Çoğu geldiğini gördüğü halde kâle alıp ayağa bile kalkmamışlardı. Eliyle işaret ederek "kalkın len" dedi. Onun öyle demesiyle bütün sınıf ayağa kalktı. Bunu görünce "şimdi oturun" diye arkasından devam etti. Böyle tuhaf huyları vardı işte.

Mesleğinde çok da yeni sayılmazdı ama daha çok gençti. En fazla 26-27 yaşlarındaydı.

Ders boyunca bir şeyler anlatmıştı. Son 5 dakikasını hep boş bırakırdı dersin. Yine 5 dakika kalmıştı. "Bu kadar yeterli gençler" dedi. Ders boyunca onu izlememiştim. Çünkü derste tuhaf bir şey oluyordu bana. İçimdeki ses bana "derste konuşmalısın" diyordu. Nedense bende her seferinde onun sözünü dinliyordum.

Çok konuşmuyordum ama yinede arada bana sessiz olmam gerektiğini anlatan bir bakış atıyordu. Ben bu bakışa hayran kalmıştım işte. Bu durumun üzerine gidince tekrar dönüp "kızlar" diyip sağ ayağını yere vuruyordu. Bu da yine tuhaf özelliklerinden biriydi.

Sesine gelince, "kızlar" demesi çok hoşuma gidiyordu. Onun sesi kulağıma geldiği zaman sanki içimde volkan patlaması yaşanıyordu. Hele ki adımı söyleyince içimde yaşanan bütün doğal afetler organlarımın yer değiştirmesine neden oluyordu.

Dersin son 10 dakikasını boş bıraktı. Bende o 10 dakikayı değerlendirip onu izleyeceğime her seferinde arkadaşlarımla yüksek sesle konuşup gülüşmeyi tercih ediyordum. Yine aynı şeyi yaptım...

Gönlümün Kaptanı (edebiyat öğretmenim)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin