"Hayat tek kişilik bir gösteridir, izleyicisi çok katılımcısı sayılarla sınırlıdır."
Savaş son sözünü söyleyip gittikten sonra ne kadar daha orada öylece oturup ağlamıştı bilmiyordu. İçindeki savaşçı ruhun günden güne kaybolduğunu hissediyordu. Gözlerini devasa boyuttaki salondan çekerek perdeleri açık pencereye çevirdi. Gün neredeyse aydınlanmak üzereydi. Ağlamaktan şişmiş gözleri artık uykusuzluktan sızlarken boğazını yakan bir soluk aldı.
O evden çıkıp gittikten sonra sinirleri boşladığı için hareket etmekte zorlansa da kendine verilen odaya zar zor çıkmıştı. Üzerindeki kumaş parçası yer yer yırtarak çıkarıp attığında hemencecik sıcak suyun altına girmiş, derisini yüzmek istercesine etini kanatana dek keselemişti.
Bir kadına o istemeden dokunmak şiddetin en büyüğüydü. Aşağılamak, özgürlüğünü kısıtlamaktı Diyar'a göre. Belki Savaş o kadar ileri gitmemişti ama onurunu zedelemişti. İstemediği halde dokunmuş, üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışmıştı. Şimdiye kadar canını yakan tek şeyse aşağılanmışlık hissiydi. Hele de tenindeki izlerin varlığı...
Dizlerini kendine çekmiş koltukta iki büklüm otururken gözlerini tek bir noktaya dikmişti. Beyni sürekli geceyi ısıtıp ısıtıp gözleri önüne getirdikçe canı daha çok yanıyordu. Üzerindeki kıyafetler kurulanmadan giyindiği için yer yer nemliydi. Üşüyordu ama neden üşüdüğünü bilmiyordu. Üzerindeki nemli kıyafetler miydi neden, yoksa içinin birden kışa dönmesinden miydi bir türlü ayırt edemiyordu.
Annesi babası hatta kudretiyle bilinen abileri varken niçin bu yaşadığına göz yumuyordu çözemiyordu kendini. Neden onlara haber vermiyordu? Neden gelin beni alın diyemiyordu?
Umutsuzca başını dizlerine yasladığında göz kenarlarında biriken bir damla yaşın yanağına doğru süzüldüğünü hissetti. Çünkü tek neden ailesiydi, çünkü onlar emanete ziynet bırakır gibi kendi elleriyle vermişlerdi Diyar'ı Savaş'a.
"Yaşamak için önce ölmek gerekliymiş meğer..." diye mırıldandığı vakit kendi sesi bile kulağına yabancı gelmişti. Bunun saatlerdir konuşmamasının da etkisi büyüktü.
"Önce yaşam dedi kadın, sonra da ölüm... Yoklukla varlık gibiydi iki kavram arasındaki fark... Oysa ölüm kurtuluş, yaşam paha biçilmezdir." Savaş'ın tok sesiyle duygusuzca sıraladığı kelimeleri duyduğu an irkilir gibi oldu. Geldiğini bile fark etmemişti. Çok mu dalmıştı yoksa onun adımları mı çok sinsiydi?
"Ölümle yaşam ayrılmaz birbirinden... Yaşam varsa ölüm de var demektir. Ölüm hayatın kırılma noktasıdır bir nevi..." Diyar kırgın sesiyle konuşurken Savaş büyük bir sessizlik içinde onu dinliyordu. Diyar'ın sözleri düşmanına ithaf edilmiş gibi değil de dertleşir gibiydi. Bu da Savaş'a birkaç yıl evvelini hatırlatmıştı. O yüzden anın gerçekliğini sorgulamak istemiyordu.
***.
Ortalıkta koşuşturan çalışanların evhamlı halleri canını sıksa da sesini çıkarmadan onları izlemeyi sürdürdü. Büyük salondaki yemek masasının üzerinde yer kalmamıştı, buna rağmen hala çalışanlar sürekli bir şeyler getirip bırakıyordu. Sıkkınca oflayarak etrafına bakındıktan sonra sabahtan beri kalkmak için neden bulamadığı koltuğa biraz daha yerleşti.
Sadece iki kişi için bu kadar hazırlık boşuna değil miydi? Yemek yemek için önce iştahın olması gerekiyordu. O da Diyar'da yoktu. Savaş desen gelip gelmeyeceği meçhul bir soruydu.
Dün geceki olaydan sonra çıkıp giden adam anca sabah gelebilmiş sonra yeniden çıkıp gitmişti. Gerçi olmaması olmasından bin kat daha hayırlıydı. Aynı şeylere yeniden maruz kalacak olmaktan çok endişe duyuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIKLAR İÇİNDE
Romance"Ve öğrendim ki; insanlar cinnet anında katil olabiliyorlarmış... Ne sağduyu ne başka bir şey... İşittiğin tek ses kulağına sürekli öldür diye fısıldayan canavarın sesi... O sesi tanıyorsun aslında, o ses senin alt benliğinin sesi... Ve anladım ki;...