Yeniden merhabalar :) biraz fazlaca bir ara oldu ancak buraya gelmeyi geçin yazacak kadar bile enerjim yoktu. Toparlanabildiğim kadar toparlandım diyelim. Yakın bir tarihte babamı kaybettim. Geri dönmek zordu ama aklımı dağıtmak için de yeniden yazmaya başlamak gerekmiş. Ne dağılıyor orası tartışılır gerçi...
Çok zor tamamladığım bir bölüm oldu. Duyguları ne kadar yansıttım emin değilim ama bölüm sonunda yorumlarınızı görmek isterim :)Keyifli okumalar :)
****
Rengim kan kırmızıya dönmüş, göğüs kafesim kömür karası… Tarifi mümkün olmayan bir acının harmanında nefes almaya çalışıyorum…
Sonra dönüp bir bakıyorum ki başım toprak rengi bir yastığın üstünde… Yangın diyor dilim, bu yangın ömrü billah hiç geçmeyecek…
Acının birçok çeşidi, rengi hatta tarif edilemez bir ısısı olurdu. Aşk için çekilen acı koz misali sıcak ve kırmızı iken ölüm tamamen buzdu. Soğuktu… Aynı zamanda da yüreğini dağlayacak kadar ateştendi. Ölümün betimlenecek bir tarifi yoktu, belki de hiç olmayacaktı. Çünkü insanoğlunun kelime dağarcığı bir tek ölüm söz konusu olduğunda donuklaşıyordu.
Okuduğu satırlarla bir an için yüzü kırıştı Diyar’ın. Aynı anda hem aşk hem de ölüm acısını yaşamış biri olarak hiç hoşuna gitmemişti okudukları. Şimdi düşünüyordu da seçme şansı olsa ölüm yerine aşk acısını tercih ederdi. Zira ölümün telafisi yoktu.
Ayracı okuduğu sayfaya bırakıp kitabın kapağını kapattı ve orta kalınlıktaki kitabı komodinin üzerine bıraktı. Okuma gözlüğünü de çıkardıktan sonra gözü gayriihtiyari saate kaydı. Sabah olmak üzereydi. Onun gelip gelmeyeceği konusunda bir bilgisi yoktu fakat Atahan abisi daha fazla merak etmemesi için eve döndüğünü haber eden bir mesaj atmıştı. Peki, Savaş hala niye gelmemişti?
Düşündükleriyle kaşları çatılırken homurtuya benzer sesler çıkarıp yatağın içine doğru iyice kaydı. “Gelmezse gelmesin. Salak Diyar bir de onu mu merak ediyorsun?” dese de içi içini yiyordu. Sadece onu merak ettiğini dillendirmek istemiyordu.
Üzerindeki yorganı boğazına kadar çekerek gözlerini kapattı. Sonra ışığın açık kaldığını fark ederek geri açtı gözlerini. Işığı kapatmak yerine önce sağına sonra da soluna döndü. Oysa yalnızca okuma lambasının düğmesine basacak ve odayı karanlığa hapsedecekti.
“Off…” bir kez daha yatakta döndü. Uyuyamayacağını anladığında üzerindeki yorganı kaldırıp attı ve hızlıca yataktan kalktı. Odadan çıkmak için adım atmıştı ki dönen başıyla bir yere tutunma ihtiyacı hissetti. Baş dönmesini ani hareketlerine bağlarken kendine gelebilmek adına gözlerini kapatarak soluklandı.
Gözlerini kapattığı o kısacak anda zihnine hücum eden bölük pörçük görüntülerle dişlerini sıktı. Karların üstüne uzanmış kahkaha atan görüntüsü; gözleri hizasında tutulmuş kırmızı ojeli tırnaklara ve pamuk beyazlığındaki parmaklara oradan da parmağındaki yüzüğe değin uzanıyordu.
“Sonunda oldu!” diyordu sevinç içindeki Diyar. “Başardık.”
“Soyadım adının yanında çok güzel duracak.” Kalın ve boğuk ses kulaklarının uğuldamasına neden olurken soluk soluğa gözlerini açtı. O ses kime aitti? Kalbi korkuyla kasılırken acı acı yutkundu. Turan ile öyle bir anıları olup olmadığını hatırlamaya çalıştı. Yapamadı.
Zihninin oyunlarından biriydi mutlaka…
Loş odaya boş bakışlar atmaya başladığında neden ayakta olduğunu bile unutacak hale gelmişti. “Su…” diye mırıldanarak odanın kapısına yöneldiğinde kuruyan boğazını sıvazladı. Oysa sürahi hemen yatağın yanında duruyordu. Ne var ki sürahiyi bile fark edemeyecek kadar durmuştu havsalası…
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIKLAR İÇİNDE
Romance"Ve öğrendim ki; insanlar cinnet anında katil olabiliyorlarmış... Ne sağduyu ne başka bir şey... İşittiğin tek ses kulağına sürekli öldür diye fısıldayan canavarın sesi... O sesi tanıyorsun aslında, o ses senin alt benliğinin sesi... Ve anladım ki;...