Akşamın ikinci bölümüyle bir kere daha selam:)
Bir önceki bölümü atlamayalım lütfen:))
Keyifli okumalar
Ve de yorum yapmadan bölümü terk etmeyelim lütfen:) Oy vermek dahası yorum yapmak çok önemliii :)))
***
İki Hafta sonra
Malum olayın üzerinden tam tamına 2 hafta geçmişti. Savaş ve Diyar sessizliklerini korumaya devam ediyorlardı. Bu arada Savaş bu iki hafta içinde sabahlara kadar eve gelmiyor geldiğinde de çok fazla durmadan çıkıp gidiyordu. İkisi de garip bir şekilde haftalar önceki döngü içine girmişlerdi. Konuşmuyorlar konuştuklarında da birbirlerine laf sokmadan geri durmuyorlardı. Sanki bu durum onlar için çok olağandı.
Geçen iki haftalık süreç Diyar'ın kolundaki yarayı iyileştirmiş sayılırdı. O gece üzerlerine yağan kurşunlardan hiçbir yerine yara almamış ya da hiçbiri isabet etmemişti. Lakin Alparslan'ın bu yola neden başvurduğunu da anlamış sayılırdı. Kaldı ki o geceki kurşunların hepsi de sahteydi. Gerçek mermi bile değildi. Amaç ise belliydi. Diyar'ın üzerindeki şüpheleri geri çekmek... Savaş'ın silahından çıkan kurşun değil, eve yapılan saldırıda yaralandığını göstermek. Bu da şu demek oluyordu; Diyar o gün evden hiç çıkmadı, o tersaneye hiç gitmedi ve yangınla alakası yok. Savaş gibi akıllı bir adam inanırsa çok güzel bir plandı.
O gece şahit olduğu bir şeyde Savaş'ın onun için endişesiydi. Onun o saf endişesini iliklerine kadar hissetmişti. Sevinmiş miydi bu tutuma, hayır. Çünkü Savaş'ınki bir nevi emanete sahip çıkmaktı. En azından Diyar'ın düşüncesi bu yöndeydi. Bu düşüncesinde ne kadar haklı olduğunu da o gece görmüştü. Üzerine kapaklanan adamın sesler dindiğindeki telaşı, üzerinden bir anda kalkıp bedenini yoklaması ve kolundaki yarayı görünce geçirdiği sinir harbi...
"Doktor Aydın'ı çağrın! Fırat iki dakika içinde doktor burada olmazsa seni yaşatmam!"
Üstelik o yaranın sahibi kendisiydi...
Kendi açtığı yaraya bile sinirlenen bir adamken neden öldürmek isterdi karısını? Neden onu tüketmek için uğraşırdı? Sebep aramayı bırakmıştı artık Diyar. Sonuç önemliydi. Sonun da ne olacağı malumdu. İkisinden birisi ölecekti.
Bedenini gittikçe yıpratan hezeyan ayağa kalkmasına dahi mani olurken sanki dış göz gibi başına gelecekleri öylece karşıdan izlemekle yetiniyordu.
En önemlisi de aralarındaki uçurumun devam etmesiydi. İkisi de aynı uzaklıkta hatta daha da beteri gittikçe birbirlerinden uzaklaşmalarıydı. Belki de sadece kendisi uzaklaşıyordu duygularından tam emin olamıyordu Diyar. Onu ne zaman görse midesindeki ağrı çoğalıyor, sebepsiz bir kinin içine sürükleniyordu. Duygularını tartmadığı gibi hala Savaş'ın sevilecek bir yanı olduğunu düşünmüyordu. Eskiyi ise tamamıyla rafa kaldırmıştı. Diyar artık o heyecanlı, Savaş'ın etrafında pervane olan, onun bir gülümsemesi için kulağına hoş sözler söyleyen şımarık sevgi delisi genç kadın değildi.
Gözleri saate kayarken kapıdaki anahtar sesiyle bakışları içeri giren adama değdi. İşte yine oluyordu. Midesi onu gördüğü an burkuluyor, zifiri karanlık gözlerini görmek adına dik dik ona bakıyordu. Eli istemsizce karnını bulurken midesindeki bir anlık karıncalanmayla yüzünü buruşturdu.
Lanet herif en dağılmış haliyle bile mükemmel, diye düşündü. Üzerindeki beyaz kolları dirseğe kadar katlanmış bol kesim gömleğin yer yer kırışmış yüzeyine, İtalyan dar kesim ve üzerine tam oturan pantolonun bedenindeki duruşunu gözlerini kısarak süzdü. Kirli sakalları yüzüne öyle serseri bir hava katıyordu ki bunun ona ne kadar çok yakıştığını inkâr edemezdi. Siyah kuzguni saçları ise asice alnına dökülmüştü.
"Altı saniyeyi de geçti, oldu mu bari?" umursamaz ve alay dolu sesi duyan Diyar, rüyadan uyanır gibi silkelendiğinde tiksinircesine kocasına kaldırdı bakışlarını. "Ne saçmalıyorsun acaba yine?"
Savaş'ın ağırca attığı adımlarla üzerine gelmesi ve belindeki silahı çıkarıp sehpaya bırakmasını durgunca izledi. Gözleri silahtayken yeniden sesini duydu.
"Şaklabanların uydurduğu safsata işte... Altı saniye de gözlerin gözlerimde kalınca arada oluşan elektrik tehlikeli şeylere neden oluyormuş. Sende işe yaramıyorsa kesin yalandır diyeceğim de sen de gözlerime bakmıyorsun. Varsa yoksa bedenim."
"Senin iğrenç bedenine ne diye bakacakmışım. Seni görmeye tahammülüm yokken bir de..."
"Güzel. Aynı düşüncede olmak beni memnun ediyor."
Aynı düşüncede olmak diye iç geçirdi Diyar. Seninle aynı düşüncede olup birbirimizden nefret ediyor olmamız...
Ucu açık cümleler gibiydi düşünceleri. İşte çözemediği şeyde tam olarak buydu. Kocasına ağzına geleni sayarken ondan duyduğu en ufak sözde düşünceleri yerle bir oluyordu. Şimdi olduğu gibi... Hissettiği tam olarak neydi çözemiyordu. Belki de intikam duygusu gerçek duygularının üzerini siyah bir örtünün altına gizlemişti. Kim bilir...
"Yüzünü görmeye daha fazla dayanamayacağım." Hızlıca oturduğu koltuktan kalkıp merdivenlere yöneldi. Silaha biraz daha bakmaya devam ederse kendini durduramamaktan korkan bir yanı vardı. O yanına söz geçirememekten de çok korkuyordu.
"Seninle kutlama yaparız diye düşünmüştüm oysa." Savaş'ın tok sesi kulağına dolduğu an adımları bıçak gibi kesildi. Olduğu yerde geriye dönerek alkollerin bulunduğu dolaptan viski şişesini tezgâhın üzerine bırakan adamın gergin omuzlarını izledi.
"Ne kutlaması?" İşte şimdi gerçek bir korkunun kucağındaydı. Paniklememek için derince nefeslendi ve kehribar renkli sıvının kadehlere akışını pürdikkat izledi. Boğazına gelip yerleşen yumruyu götürmek için art arda yutkunsa da bir faydası olmuyordu. Savaş'ın onu cevapsız bıraktığı her saniye nefes alması zorlaşıyordu. Nefesi boğazının son düğümüne tıkanıp kalmıştı sanki.
Eline aldığı kadehlerle merdivenlere doğru yönelen Savaş, gururla karısına bakarken onun panik olmamak için gösterdiği çabayı takdir etti. Yalan yoktu, onun yaptığını kimse yapamamıştı şimdiye kadar. Daha doğru söz ise ona gösterdiği müsemmayı yaşayan hiçbir canlıya göstermemiş olmasıydı.
"Sen olduğunu biliyorum." diyen Savaş, karısının soğukkanlılığın ardına itinayla itmeye çalıştığı telaşı tıpkı ruhsuzca sıraladığı sözler gibi izledi. Gözlerini kaçıran ve bir anlık gafletle silaha dönen bakışların hedefini de öngörüyordu. O silahı alıp onu vurmak istiyor olmalıydı. Fırsatını yakalasa öldürecek diye düşünmekten kendini alamadı.
"Ne?" Diyar ruhsuz bir tınıyla sıralanan kelimelerin alttan alttan verdiği mesajı almakta gecikmemişti. Biliyor diye çığlık atan şeytanları her şeyi en başından biliyordu diye veryansın ediyordu.
"İtalyanlarla olan alışveriş diyorum, senin tüm müdahalelerine rağmen oldukça kazançlı oldu."
Savsak bir gülüşle geriye doğru adım attı Diyar. O gülüşün anlamını da çok iyi bilirdi Savaş. Suçluyken kaçma girişimi...
"Seni anlamıyorum Savaş. Daha fazla saçmalamanı da dinlemek istediğimi sanmıyorum."
"Gel bakalım buraya..." yaralı koluna uyguladığı sert baskıya dayanamayan Diyar, acıyla inlediği an tutuşunu daha da sertleştiren Savaş'a diremez hale gelmişti.
"Bırak beni! Sana diyorum Savaş!"
"Bırakacağım." Öyle tehditkâr, öyle acımasız bir tınıydı ki dudakları arasından çıkan söz Diyar ister istemez kendini ele veriyordu.
Çalışma odasının kapısını hiddetle açıp içeri savurduğu kadının yüzüne bakmazken onun acı içinde kolunu tutuşunu bile umursayacak sabrı yoktu. Zira ona karşı tüm sabrını kullanmıştı.
"İkimizden biri ölecekse sence bu kim olur Diyar?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIKLAR İÇİNDE
Romance"Ve öğrendim ki; insanlar cinnet anında katil olabiliyorlarmış... Ne sağduyu ne başka bir şey... İşittiğin tek ses kulağına sürekli öldür diye fısıldayan canavarın sesi... O sesi tanıyorsun aslında, o ses senin alt benliğinin sesi... Ve anladım ki;...