Uyanmak istedikçe içinde daha da boğulduğunuz bir kâbusun tam ortasında olduğunuzu hissettiniz mi hiç? Diyar'ın durumu da tam olarak buydu. Her şey bir kâbustan ibaretti. Uykusundan uyanmak istedikçe gördüğü korkunç kâbusun içinde durmaksızın sürükleniyordu. Ne elinden tutan vardı ne de sürüklendiği bilinmezliğin içinden tutup çıkaran. Sanki biri orada kalmasını istiyor da tek başına çabalarken boğul git diyordu.
Boğuluyordu.
Yardım eden yoktu.
Tek başınaydı.
"Yapamam, başaramam..." derken kaybetmiş gibi duruyordu. Aşk denen akıl ve kalp savaşçısı karşısında mağlubiyetini kabul etmiş her insan gibi o da vazgeçmişti. Yaşamak için hiçbir gayesi kalmamıştı sanki. Ruhu amansız bir acının eşiğinde sancırken nefes almak bile ciğerlerini dağlıyordu. Öyle ki anbean yok olduğunu hissediyordu.
Kalbini tutarak kendini yere bıraktığında götürülen sedyenin ardından blurlu bakışlarını ayırmadı. Bir şeyler söylemek, bağırmak istedi, yapamadı.
"Diyar!" kulağına uğultulu bir ses doluyordu ama kime ait olduğunu çözemiyordu. "Nefes alamıyor. Yardım edin!"
Kendi elleriyle sonunu getirdiği kocasının kaybolup gittiği koridora doğru uzanmışken zaman dursun istemişti.
Gözleri kapanmadan önce gözyaşlarının biriktiği bakışlarını, onu tekrar görebilmek umuduyla büyük asansörün tarafına kaldırdı. Yoktu, götürmüşlerdi.
"Söylesene canımı canına bağışladığım, biz seninle kaç mevsim birlikte güldük, gülebildik?"
***
Önünde uzayıp giden rezidansın en tepesini görmeye çalışır bir halde başını geri atmıştı. "Çok yüksek" gerçekten de çok yüksekti. Yükseklik korkusu elbette yoktu ama böyle yüksek binalar yapanların amacını da merak etmiyor değildi.
"Beni duyuyor musun sen?" kulağını çınlatan sesle bakışlarını hemen yere indirdi ve rezidansın görkemli kapısına döndü.
"Senin yüzünden bir gün sağır olacağım Seçkin. Duyuyorum ne bağırıyorsun. Oyalayabildiğin kadar oyala işte abimi. Nasıl yapacağını da mı ben söyleyeyim."
"Sen abimi ayartmaya çalışırken neden hep ben kurban oluyorum ya! Atahan artık yemiyor. Adam beni karşısında gördüğü an yine neyin peşindesin kızıl cadı demeye başlıyor."
"Seni gördüğüne mutlu olduğu için diyordun onu o." Diyar dudaklarındaki haylaz gülümsemeyle yürümeye başladı. Girişin kenarına konuşlandırılmış güvenlik kulübesini hızla geçerek kapıya ulaştı. Güvenliklerde alışmıştı artık. Onu kim görürse görsün sesini çıkarmıyordu. Belki bunun nedeni Savaş'ın kesin talimatı da olabilirdi, emin değildi.
"Atahan'dan bahsediyoruz Diyar. Yeri geldi mi gölgesinden bile şüpheye düşüp 'niye peşimdesin ulan sen' diye hesap sormaya kalkan adam hani."
Seçkin böyle söyleyince kulağa gerçekten de bi'tuhaf gelmişti. Harbiden de abisinin vardı öyle huyları. Gerçi huy demek pek doğru sayılmazdı. Sadece şüpheci yanını çok kullanıyordu.
"Kahkaha atmak istemiyorum ama buna engel de olamıyorum. Hay lanet..." derken kesik kesik gülüyordu.
"Gülsen gül, yaptığımız şeyi anladıklarında bende senin karşına geçer böyle gülerim artık."
"Dost musun düşman mı belli değil kızıl. Oyalama hadi beni. Asansöre bineceğim. Abimi oyalamaya devam et yeter bana. Hatta dur, bak aklıma ne geldi. Onu can evinden vurmayı dene." Asansör kabinine girip gideceği katın düğmesine basıp geriye giderek arkasına yaslandı. Gözleri gideceği katı gösteren tuş panelindeyken teker teker çıktığı katları saymaya başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIKLAR İÇİNDE
Romance"Ve öğrendim ki; insanlar cinnet anında katil olabiliyorlarmış... Ne sağduyu ne başka bir şey... İşittiğin tek ses kulağına sürekli öldür diye fısıldayan canavarın sesi... O sesi tanıyorsun aslında, o ses senin alt benliğinin sesi... Ve anladım ki;...