Jungkook
Geldimse bu dünyaya ne bulmuş dünya?
Gitsem de eğer kıymeti eksilmez ya!
Bir kimse çıkıp da anlatıp söylemedi,
Gelmekte ve gitmekteki hikmet ne ola?
*En güzel bu şarkı tanımlayabilir di bu bölümün anlamını. Bu yüzden Maryama hasret giden gençliğimi bu şarkıya bağladım.*
Konuşmak. İnsan konuşacağı doğru insanı bulduğunda çenesinin yayı açılır derler. Bu tabire doğru mu desem yalan mı bilememekteyim. Çenemizin yayı açılsa da her şeyi, her yaşadığımızı anlatabilir miyiz karşı tarafa, yoksa susmamız gereken yine bir tabirle mezara kadar saklamamız gereken doğrulaştırdığımız yalanlarımız mı vardır. İnsan doğası gereği evet konuşmayı sever, ya sustuklarımız ya da susuturulduklarımız. Onların da konuşulmaya, gün yüzüne çıkmaya hakları yok mudur. Oysa ne çok bedenden çok düşünce, sır, acı gömülür toprağa. Velev bundan değil midir soğukluğu.
- Jungkook sustun.
- Anlatacak neyim var ki efendim.
Doğru benim şurada iki lakırdı olacak kadar önem arz eden neyim vardı ki. Kim beni dinlemek isterdi ki, ya da ben kime konuşmak isterdim ki. Kelamlarım bir geminin yolcusu değil miydi ki.
Her gün bir gemiyi yolcu etmekteydim yıkılmak üzere olan, birkaç tahtanın suyu boyladığı, çürük dişleri anımsatan limanımdan sonsuzluğa, lakin yolcularımın gittikleri okyanus küçük olmalı ki daha arkalarından salladığım mendili indiremeden geri dönerlerdi. Oysa bir bilseler ben onları o gemiye bindirdiğimde yabancılaşmıştım çoktan kendilerine, fakat onlar sanki yıllardır görmedikleri bir hasretle bir hısım yakınlığında sarılırlardı daha soğumamış kollarıma. Böyle bir ilişkim vardı işte düşüncelerimle onlar sadık yabancılarımdı benim. Kaybolmuyorlardı, ben kendim bile unutmak isterken. Tek tanıdıkları bendim bu limanda, ben misafir ederim evimde, sonrasında ise onlar misafir ederlerdi beni artık yabancılaştığım evimde. Bir gün, her gün bıkmadan, onlar yerine kendimi bindireceğim o gemiye, kimseye haber vermeden, çünkü istemem arkamdan bayrak sallanmasını. Ben yalnız bir adamımdır, yalnız yol almam gerekir.
- Kalkalım ister misin?
- Husursuzluğumu görmüş olmalıydı ki soruyordu bu suali.
- Siz nasıl isterseniz.
- O halde kalkalım. Yine her buluşmamızda olduğu gibi boş boğazlık edip ben konuştum, sen ise yine emaneten cümlelerinle eşlik ettin boş lakırdılarıma.
Kendisini kırmamaya çalışarak görevimi yerine getirdiği düşünmekteyim.
- Getirdiniz efendim. En azından diğer buluşmalarımıza göre daha konuşkandın. Lal olmuş dilin çözülmüş gibi nedir bunun sebebi.
Sebebi yabancıdır efendim diyemedim ne yazık ki. Bıçak açmayan ağzımı kendisi açtırmıştı bitmek bilmeyen, sabrımı zorlayan zatıyla. Her Allah'ın günü kendisine laf etmekten dudaklarımın suskunluk yemini bozulmuştu.
- Bilmem ki efendim, bazen konuşmak gerekir yeri geldiğinde, ben de artık buna dikkat eder oldum galiba.
- Bu yeni haliniz beni sevindirdi.
Dışarının keskin soğuğuna karşın iyice sarıldığımızda paltolarımıza nezih mekandan ayrıldık. Adımlarımız küçük birer yoldaş gibi paralel devam ederken gözlerim yerdeydi. Neyi görmekten korkuyordu gözlerim bu cadde de.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALIENA (Taekook)
FanfictionBir baba gibi seviyorum seni, saçlarını karıştırıp öpüyorum başını. Bir anne gibi seviyorum seni, sıcacık bağrıma basıp ısıtıyorum sevgisizlikten titreyen bedenini ve bir annenin merhametini bırakıyorum gözlerinle avuçlarının içine. Bir kardeş gibi...