Bölüm 35 Devamı

185 30 31
                                    

Jungkook

"Dudaklarımda bir burukluk, bir yanma

Yüreğimde gam var bu gece,

Elim boş,

Yanım boş,

Bense yine sarhoş."


Adımlarıyla kilometreleri aşan insanoğlu, bazen zihnindeki bir anıyı aşamıyordu. Oysa doğumdan ölüme kadar insanoğlunun zihinde pay edecek milyarları belki de benim cebir bilgimin bile ufkunu zorlayacak kadar geniş anılar üretilecekti, velev ki üretilen anıların çoğu da ufku geniş zihnin en acımasız unutkanlık diye adlandırılan bir meretinin ucundan hiç hatırlanmayacak bir geçmişine hapsedilecekti. Bir de unutmadıkların, unutamadıkların vardı. Sen istemesen bile zihninin bir kısmında alın terinin karşılığını vermeden zorla çalıştırdığın aktörlerin saatsiz oynadıkları bir oyunun sonucu tekrarlanan anıların. İstememekte direttiğin lakin her gösterisine seyirci olmadan da duramadığın, keza sonunda da feryat figan bir çığlık ve alkış kopardığın anıların. Bazen ise bu anılar canın yansa bile görmek istediğin hatta muhtaç olduğun bir yüze dönüşüveriyordu. Yabancının yüzüne.

Bazen hızlanan bazense gereksiz yere yavaşlayan adımların arasında iki yanını kopartmak ister gibi çekiştirdiğim ceket ve ağlamaya dünden razı gözlerimle ilerliyordum karanlığın içinde. Günahları örten dedikleri gece yıldızlarını güneşten daha yüksek bir aydınlıkla tek tek bizim, sadece ben ve yabancının üzerine aksettiği gece, onun yanında olduğumu herkese bildirmek ister gibi parlamıştı, oysa örtmeliydi beni, yabancımı. Ben bir örtünün altına zar zor sığışmışlıkla debelenirken yabancının sırtı ayın on dördü gibi çıplak ve öpülesi bırakmıştı. Gözlerimin önüne serilen ak pakça teni bastırmaya çalıştığım günahkar tenimdeki alevi yeniden körüklemek ister gibi davetane bir rücu ile bedenimi zorladığında daha fazla sarılmıştım kendime.

Zihnimi bulandıran deniz bedenime de sirayet etmeye başladığında ölüm ve yaşam arasında gidip gelen bir düşüncenin arasına indiğimi fark etmiştim. Tanrının onlar ölümü hak ettiği dediği ayetini kimseye bırakmadan kendim son vermeyi dileyerek arka yolumda kalan göle doğru döndüğümde bana doğru gelen insanları görmüştüm. Neden bana bakıyorlar? Nereden geldiğimi biliyorlar mı yoksa? Dün gece yaşadıklarıma mı şahit oldular? Yabancıdan mı bahsettim onlara? Yaklaşan adımlar sıklaşmaya başlamıştı ki korkuyla dönüverdim arkama, koşmaya başladım nefessiz kalıncaya dek. Tanrım şahidim olsun ki korkum yanıma gelmeleri değildi, korkum tenimde sakladıklarımaydı. Yanımda dursalar ellerimle kapatmaya çalıştığım izleri, gözlerimden okunan tövbeleri, bedenimden yayılan bana değil de ona ait olan kokuyu almazlar mıydı? Onu benden tanımazlar mıydı?

Çaresizlik, insana bahşedilmiş en korkunç durum olmalıydı. Bir evim olmasına rağmen evime gidemiyordum. Kirlerimizi ayıktıralım diye bize verilmiş suyu kullanıp temizlenemiyordum. Tövbe etmek istiyor ama onda da daha tövbenin son cümlesini tamamlayamadan günaha koşacağımdan endişe ediyordum.

Aklımda gezinen bin bir düşünce yorulmamış olsa da ayaklarım yorulmuştu. Nereye kaçmalıydım ki bugün insanlar, Tanrı, şeytan ilişemesin bana. Keza kaçacağım tüm yolları biliyordum. Bir evin görünen sıkışıp kaldığın dört duvardan daha büyük ve geniş göremediğim duvarlarla çevriliydi etrafım. İleri de gördüğüm son dönüşü minnet bilip ilerlemeye devam etmiştim, velev ki artık duracaktım, karşımda ne olursa olsun.

Bulduğum son enerji ayaklarıma geçici bir gücü sağladığında köşeyi son gayretle dönebilmiş önümde sisin tepesindeki haçı kısmen örttüğü şapeli görebilmiştim. Ağlamakla gülmek arasında kaldığım savaşta zaferi alan gülücükler yüzümde yayılırken diyebilmiştim. "Ne yapmış olursam olayım Tanrım beni istiyor." Saatlerdir kaçmak için hırpalanan ayaklarım ilk defa umutla sıhhate kavuşmuş gibi yalpalamadan yolunu alırken bir anlık tereddütle kaldım yerimde. "Peki ben Tanrı'yı istiyor muyum?" Tanrı'yı kızdırdığımın göstergesi olan bir şimşek şapelin ardında çaktığında gelecek yağmurdan sığınmak adına dahi olsa şapele hızlı adımlarla koşmuştum.

ALIENA (Taekook)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin