Jungkook
"Sevişmek! Hep sevişmek!
Akıp giden saatin,
Kadrini bilmeliyiz!"
Korkak bir asker gibi mağlup olduğum komutandan kaçarak geldiğim yabancı, tüm kendime ev saydığım mekanları yok saydığım önünde durduğum bu ev, aynı toprağın ürünü olarak var edilmiş olmamıza karşın kollarına tutunmayı seçtiğim bu vücut, çakılları, çimenleri, toprağa karışmış çiçeklerin arasında üzerine bastığım yüreğime karşın şimdi üzerinde soluklandığım bu yürek.
Korkusuzca bir delilikle yüzüne bakarak söylediğim kelimelerin sonu yüzümün aşağı eğilmesiyle mora çalan ayakuçlarına değerken güç nefeslerimin arasında cansız kollarını daha çok sıkıyor ikimizin bedenini de taşımasını istiyordum.
Vereceği cevabı duymaya hazır olup olmadığımı bilmeden dinliyordum göğsünün üzerinde atan kalbini. Durağan yüreğinin ritmi kalbimi dövmeye başladığında daha çok sokuldum kollarına. İşte şimdi ikimizin sessizliğinde kalplerimiz dövüşüyor bitmek bilmeyen bir sevişmenin kucağında birbirlerine yoldaş oluyorlardı.
Titreyen elleri, kırılan sesi, kesik nefesleri okşarken tüm kırılmış geçmişimi adım çıkmıştı günlerdir kurumuş kalmış, yarılmış kan oturmuş dudaklarından.
- Jungkook. Cennetten bir meleğin dudaklarından çıkmış kadar ilahi sesine karşın beline dolamış olduğum ellerimi çekmeden yüzümü kaldırmış gözlerinin içine bakmıştım. İki yanağına çoktan yol bulmuş bu yaşlar ilk defa saf mutluluğundan olmalıydı, nasıl da parlaklar. İnsan hiç anlamaz mıydı mutlulukla dökülen yaşla acının yansıması yaşların arasındaki farkları, bu yaşlar o kadar neşeli ki, bir an önce terk etmek istiyorlar yanaklarını, geçtikleri yere özlemimin buselerini koyabilmem için.
Cevap vermeden baktım harelerine. Bir bir düğümledim özlemimi gözlerine. Tek tek sildim varlığımla yokluğumun acısını. Birbirimize kenetlenmiş yaşlı gözlerimiz arasında ellerinden çok nefesleriyle ilk defa kendimce helal saydığım bakışlarıyla okşadı saçlarımı, kirpiklerimi. Yüzümü bir gezgin gibi meraklı lakin bir yerli gibi de bilgince inceledi. Yüzümün ince çizgilerine değen her bakışında gözleri isyanla yaşlarını heba ederken, neden ağlarsınız efendim, bakın geldi beklediğiniz, yıktı tüm duvarlarını, ezip geçti kendisine dayatılmış tüm emirleri diyemeden izledim gözaltlarına çökmüş yorgunluğu.
Düşmüş kaşlarının altından bakan gözleri sessiz sessiz konuşurken benimle, kıyamadığım yaşlarını toplamaya başlamıştım tek elimle. Daha parmaklarım ılık yanağına değmişken titremişti kan çizgili dudakları. Sevgiye muhtaç bir yavru gibi sokulmuş avuç içime güldüğü için gerilen dudaklarından yeni kanlar sızmıştı. Parmaklarımla yollarını engelleyemediğim birkaç tuzlu gözyaşı dudaklarının arasındaki çizgilerden geçip yaraları sızlattığında ala bulanmış kanıyla gelen sıvı ellerimi bulmuş hızla dudaklarına akan yaşları silmiştim.
- Canınız yanıyor olmalı efendim.
Bir an olsun gözlerimden çekmediği bakışlarıyla başını hayır anlamında sallayıp yeniden gülmüş zar zor kabuk bağladığına inandığım yeni yaralarında açılmasıyla dudakları kıpkırmızı olmuştu, yüreğime ince bir sızıyı nakşeden bu durum karşısında kaşlarımı kederle yere eğerken üzüldüğümü anlayarak dudaklarını yalamış ve küçük bir inilti bahşetmişti kulaklarıma. Hasretimi perdeleyen kendime olan sinirim gün yüzüne çıkmaya başladığında cebimden çıkardığım peçeteyi dudaklarına kapatmış ve gitmeliyim demiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALIENA (Taekook)
FanficBir baba gibi seviyorum seni, saçlarını karıştırıp öpüyorum başını. Bir anne gibi seviyorum seni, sıcacık bağrıma basıp ısıtıyorum sevgisizlikten titreyen bedenini ve bir annenin merhametini bırakıyorum gözlerinle avuçlarının içine. Bir kardeş gibi...