Bölüm 32

200 33 96
                                    

Jungkook

"Bu yüzden seviyorum seni, bu yüzden değil 

O kadar neden var ki, o kadar az, 

Böyle olmalı aşk 

Kuşatan, genel 

Üzgün, müthiş, 

Bayraklarda donanmış, yaslı, 

Yıldızlar gibi çiçek açan, 

Bir öpüş kadar ölçüsüz."


Cepkeninin ceplerinde umut taşıyan küçük çocuk, bilmez ki geçtiği dere boylarının kenarında düşürür avuçlarındakini yırtık kumaştan. Umutlarını parça parça kaybeden bir insan olarak oturmuştum aylar öncesinde kendisine veda etmiş olduğum banka. Yürüdüğüm yolların bilinmezliği her gün bu bankın üzerinde biterken şimdi düşündüğüm ne kitaplarım ne doğanın gizemi, ne saatlerce seyrettiğim telaşlı insanlar ne de ben idim artık. Günahlarının boynunu büktüğü bir adam olarak izliyordum yeri eşeleyen ayakkabılarımı. Günlerdir yapabildiğim tek şey ellerimle açamadığım mezarımı ayaklarımla açmaya çalışır gibi yaptığım uğraşlar yorgunluğumla bittiğinde ağlıyordum. Acizliğime, çaresizliğime, beni buraya getiren ayaklarımın aslında beni ona götürmesi gerektiğine için için ağlıyordum. Yine gözlerim bedenimin yapamadığını yapıp acısını yaşamaya başladığında bugün silme gereği duymamıştım sızılı yanaklarımı. Her gün bir hınçla silmekten geri durmadığım yaşlarımın yolları olan yanaklarımı acımadan yırtmışken bugün tek tek yağan yağmura güvenimden ellememiş akmalarına izin vermiştim.

Ağlamanın getirdiği hızlı soluklarım yerini aşina olduğum iç çekişlere, gökyüzü ise yeni ocaktan alınmış kahvenin köpüklerinden hallice kızgın bulutlarını geri çekmeye başladığında göğsümde taşıdığım sanki yıllardır oradalarmış gibi duran emanetleri çıkarmıştım. Kırmızının hiçbir tonunu sevmiyor olsam da yüreğimin tam üzerinde yabancımın emanetlerini kan kırmızısı bir kurdele de taşıyordum.

Elimdeki sıkı kurdeleyi çözmek için verdiğim mücadeleye engel olan titreyen parmaklarımı avuçlarımda sıkarak yeniden kurdeleye yönelmiş ve önüme serdiğim küçük sofram da ilk önce hangi anının zihnimde depreşmesine izin vermem gerektiğini düşünmüştüm. Gözlerimin değdiği her bir nesne bana birlikte geçirmiş olduğumuz sınırlı zamanda sınırsız hayalleri sunarken aklıma düşen ilk anımız buluştuğumuz günün sonunda kendime yenilip pencereden gidişini seyre dalmışken yakalanışıma gülüşü olmuştu. Ardından hatırı sayılır derece de dalından düştüğü halen dalları kırık ağacım sonrasında ise utangaç hülyalı bakışları bir nakış gibi şakağıma işlediği dudakları, ensemi yalayan nefesleri, parmaklarıma dolanan parmakları, soğuk tenimde yanan teni. Yokluğunda daha bir çok üşüyen parmaklarım şakağımı bulduğunda varla yok arası bir sızı hissettim yüreğimde. Şimdi ardımdan çıkıp buldum seni deyip sıcacık dudaklarını bastırsaydı yuvasına olmaz mıydı? Takatsiz parmaklarım yanaklarımı sıyırarak aşağıya doğru inerken Tanrının yüreğimize ekmiş olduğu umut kırıntısından küçük bir parça zihnimin tozlu zemininde dönerken yanıma dönmüştüm. Heyecanla ya da sevinçle kıvrılmaya çoktan hazırlanmış olan dudaklarıma nazaran biraz ileri de bakışları sabit bir şekilde yanıma doğru gelen jimin beyi görmemle elimdeki tüm parçaları tek bir avcuma sıkıştırmış ve geriye yaslanarak yanıma kurulmasını beklemiştim.

Yakalanmış olma düşüncesi tüylerimi tir tir titretirken çoktan yanımda kendine yer bulmuş olan dostum derbeder görünüyorsun demişti. Gülmek için bile kıpırdatmaktan aciz kaldığım mimiklerimle öylece karşımdaki ağaca bakarken avucumu daha bir hışımla sıkmıştım.

ALIENA (Taekook)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin