Bölüm 26

219 35 47
                                    

Jungkook

"Bekle beni, döneceğim ben.

Çok çok, bıkmadan bekle!

Sarı yağmurların hüznü basınca,

Kar kasıp kavururken,

Kızgın sıcaklarda bekle.

Uzak yerlerden mektuplar kesilince bekle beni.

Birlikte bekleyenlerin beklemekten usandığına bakma, bekle.

Bekle beni, döneceğim."

Elimdeki fincandan bir yudum kahve daha aldım. Epey soğumuş hatta telvesi rahatsız edici derecede ağzımın içine mayhoş bir tat bırakmıştı. Yüzümü buruşturmamaya dikkat göstererek bir daha içmeyeceğim kahvemi tablasına koymuş daha sonrasında sessiz kalarak sohbetlerine dahil olduğum karşımdaki iki insana odaklanmıştım. Bu ikinci gelişimdi bu eve ilkin de yabancının varlığı karşılamıştı beni şimdi ise yokluğunun buhranı. Karşımda hararetli bir konuşma geçiyor olsa da beynimdeki anlam veremediğim dinginlikle çoğu vakit duvardaki tabloları geriye kalan hatırı sayılır süre de de ya yerdeki el dokuması halıları ya da oyma ve kakmacılıkla yapılmış boş koltukları izlemiştim.

Aziz beyin ricası üzerine geldiğim evde bana gerek bile yoktu aslında. Aile yadigarı olarak kalan, yıkılmaya yüz tutmuş şehrin kuzeybatı istikametinde oldukça sapa bir arazide bulunan evlerinin mimarisi için benimle görüşmek istediğini bildirmiş ben ise bu işe daha layık birisini düşünerek jimin beyi yanımda getirmiştim. Benim aksime halen mesleğini en güzel bir biçimde icra eder olduğundan, hem Fransa'da olduğu gibi burada da tanınması açısından bu iş onun için biçilmiş kaftan olacak kadar hayati öneme sahipti. Eve gelir gelmez jimin beyle oldukça sıcak bir sohbete hemhal olan aziz bey ile birlikte misafir odasına getirilmiştik. Geldiğimden beri bir türlü rahatı yakalayamamış bedenim sanki milyonlarca küçük iğnelerin bulunduğu sandalyeye oturtulmuş gibi rahatsızca kıpırdanmış gözlerim ise hasretle yanıp durmuştu. Bana gerek olmadığını bildiğim halde buraya gelmemin tek sebebi yabancıdan başkası tabiki değildi.

Akşam yemeğinin verildiği gece feryat ederek gitme demiş olsa da eteğimdeki yüzyıllardır dökülmeyi bekleyen taşlarımı avuç avuç ağzıma atıp boğazımda düğümleyip gitmiştim. 

O vakit yabancıların evinden nasıl çıktık, kendi evimize nasıl geldik, onca yol nasıl geçti hiç birini hatırlamıyordum. Girdiğim elem verici ızdırap gözlerimi ama etmiş kör bir serçe kuşu gibi duvardan duvara çarpmıştım. Evimizden içeri girer girmez derhal banyonun hazırlanması istemiş, sabırsızlığım boynuma gerçeklerin halatlarını atıp sıkmaya başladığında ise sinirle evdekilere kükremiştim. O kadar berbat bir hale gelmiştim ki, sıcak suyu yere döke döke yetiştirmeye çalışan hizmetlilerimize aldırış etmeden soğuk suyun altına kendimi bırakıvermiştim. Bütün bir kışı sahiplenen bedenimle bitap düşen ayaklarım yeri boylarken bedenim buz gibi mermer zemine yapışmıştı. Ağzımdan köpük köpük yayılan salyalarımın gidişini izledim hıçkırıklarımın arasından. Soğuktan korunmak için bedenimi kendime çekmeye bile aciz bir adamdım ben. Tenimi titreten yakan soğuk beynime neden işlemezdi ki. Neden silmezdi yabancının siluetini, sözlerini, nefes alış verişlerini, buselerini. Neden benden çok o sahiplenmiş gibiydi beni. Buz gibi mermere değen her uzvum ateşten bile daha güçlü bir şekilde yanmaya ve zangır zangır titremeye başladığında titrek kirpiklerimi kapattım. Gözlerim bile yuvalarında titrerdi çaresizce. Kapatamadığım dudaklarımı birbirlerine yaklaştırmaya çalıştığımda ise başarısızlığımla alay etmek adına gülmek istemiş, lakin onu bile becerememiştim. Avuçlarımdan akıp giden zaman damlayan suların arasında gidere dolarken artık bedenimde hissizleşmiş zar zor yummayı başarabildiğim avuçlarım çözülmüştü. Beynimin çeperlerine düşen damlaların sesleri bile boğuk bir gürültüyle kaybolmaya başladığında bedenim bir bütün olduğum zeminden kazınmıştı.

ALIENA (Taekook)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin