Jungkook
"Kalbim sırrını buldu, manalandı hayatım.
Ölmez bir aşk aniden kapladı benliğimi.
Ümitsiz acı çektim ve herkesten sakladım,
O bile kendisini bilmedi sevdiğimi."
Belimi dinlendirmek ve uyuşan kas ağrılarımı hafifletmek adına dolandığım odamın içerisinde üç gündür yaptığım tek şeyi yapmak adına yeniden sandalyeme kuruldum. Düşünmekten o kadar çok yorulmuştum ki, bu durum beynimi hastalıklı hale getirmeden önce yapabildiğim tek şey olan doğruya inanmış ve elime aldığım incilden başka kimseyi ne görmek ne de duymak istemiştim. Damarlarımda akan kanda, geceleri gözlerimi dinlendirmek için yumduğum göz kapaklarımda, içime çektiğim nefeslerde, titreyen dudaklarımdan fısıltılar şeklinde sadece Tanrı'nın sözleri dökülüyordu artık, çünkü buna mecburdum. Dilimden bir anlık dahi olsa Tanrı'nın adı düşmezken uykuyu kendilerine haram saydığım gözlerim ne vakit kapansa karşımda gördüğüm ne dualar ne de Mesih İsa oluyordu, sadece yabancı. Bana koşuşu, gülüşü, sokağın başında rüzgarın savurduğu saçlarıyla bisikletin üzerinde gelişi, geceler boyu ağacımın altında bağdaş kurup oturuşu en son ise var ettiğim tüm hayallerini yıkmak adına çarhıma gerilişi. Her bir hayalime umutla düşen yabancıyı sonunda yok etmek adına o çarmıha gerip gitmesini izliyordum. Hayallerime bile hükmedemediğimi ise her çarmıha gerişimde sol gözünden düşen bir damla kanlı gözyaşından anlıyordum. Ne çok sinmiş üzerime, hayallerime, zihnime.
Bedeni tek bir noktasını dahi atlamadan belirirken gözlerimin önünde, görmediğim günlerin verdiği etkiden mi yoksa artık bir şeylerin değiştiğinden midir bilinmez daha kesin hatları oluşuyordu sanki. Biliyorum her zaman kim olduğunu umursamadan insanları izler ve ne giydiklerine bakardım lakin şimdi gömleğinin kolunu sıkan kısımları, göğsünü zorlayan yerleri, boynunu saran yakası, uzun kemikli parmakları, yağmurda ıslandığında burnunun ucuna kadar inen dalgalı kestane rengi saçları, desensiz sadece koyu renkleri kullandığı kravatları bazen bunaldığında gevşetmesi, her kıyafetinin olmazsa olmaz aksesuarı olarak kullandığı ceketinin yakasının altına gizlediği eyfel kulesini taşıyan arması, ceplerinde sakladığı mandalina kabukları yüzünden kış kokan avuçları, keskin yüz hatlarına karşın bir rahatsızlığı olmadığı halde sık sık kırpıştırdığı gözleri, iki de bir gözlerini kapatan saçlarına giden parmakları, gerildiğinde ya da yoğun duygular hissettiğinde ıslatma gereği duyduğu dudakları, bazen beni özellikle etkilemek istediğinde ya da tekliflerini kabul ettirmek istediğinde beninin bulunduğu alt dudağını ısırarak tepkilerimi gözlemlemesi, bir tik varmış gibi görünecek kadar fazlaca parmaklarıyla burnunun ucuyla oynaması.
Yanlış düşünmüyorsam eğer benlerini sevdiğimi biliyor olmalı ya da kendisiyle konuşurken gözlerimin en çok benleri üzerinde durduğunun farkında olduğundan konuşmalarımızda en az üç dört kez benleriyle uğraşıyor olmalıydı. Ve en önemlisi ve güzeli galiba gözkapaklarının tutarsızlığına ek bir gözkapağına bahşedilmiş beni olmalıydı. Çoğu kez hatırlıyorum tam gözlerinin içine bakarak kendisini dinlemektense Tanrının ustaca serpiştirmiş olduğu benlerini izlemeyi tercih ediyordum. Bu belki de ilk defa bu kadar muntazam bir şekilde yerini almış benleri olan bir insan tanıdığımdan da olabilirdi ama hiç sanmıyorum kendisini izlememe neden olacak çok farklı özelliklerinin olduğunu kabul etmeliydim.
Şaşırdığı vakitlerde tam açamadığı sağ gözü zihnime düştüğünde gülmeden edemedim, sol gözüne karşın daha kısık duran sağ gözü bir kusurdan çok sempati uyandırırken aynı zamanda Tanrı'nın bir insanı kusurlarıyla bile nasıl güzel yaratmış olabileceğine şahitlik etmeme neden oluyordu. Yadsınamaz bir gerçek var ki şimdiye kadar görmüş olduğum en güzel erkek kendisi olmalıydı ve göreceğim de.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALIENA (Taekook)
FanfictionBir baba gibi seviyorum seni, saçlarını karıştırıp öpüyorum başını. Bir anne gibi seviyorum seni, sıcacık bağrıma basıp ısıtıyorum sevgisizlikten titreyen bedenini ve bir annenin merhametini bırakıyorum gözlerinle avuçlarının içine. Bir kardeş gibi...