Jungkook
"Bakmadan kara, yağmura,
Göğüs vererek rüzgâra,
Kayalar içinde ıslak,
Sisleri aşıp koşarak,
Sevmek, bıkmamak sevgiden!"
Kulağımın kenarına iliştirilmiş gelin küpesi çiçekleri, gözlerimi kanatan tel zincirler yüreğimin üzerine konulmuş büyük bir taş yığını. Binmem dediğim kayıkla denizin ortasında duralı çok oluyordu, bileklerime kadar ulaşmış sudan habersiz kayığa sızan dalgaları izliyorum, onları boşaltmaya avuçlarım yetmiyor, zihnimdeki düşüncelere gücüm yetmediği gibi. Avcuma aldığım saydam sıvıya bir damla göz yaşım düştüğünde kayığı dolduranın su değil gözyaşlarım olduğunu anladım. Dün beni öylece ismiyle bir boşlukta bırakıp giden yabancının ardından koşup koluna yapıştığımda beni bekleyen bedeni vuslatı bitirip beni göğsüne yapıştırmış kışın ortasında bir fırtına kopmuş ve biz yağmurun yağışına şahitlik etmiştik. İki masum adamın gözünden akan minik damlalar bir sel yığını yaratıp ikimizin de bedenlerini yıkamıştı. Yağmurda nasıl da daha yoğun daha güzel kokar yabancının kokusu. O an ikimiz de tırnaklarımızı birbirimize geçirirken yeryüzü iki duaya şahitlik etmişti. Bir yüreğin hasretli duasına karşın diğer yüreğin hoşçakal kelimelerini taşımıştı karın altında kalan yapraklar. Bir adamın dudakları şakaklarımı ıslak öpücüklerle kapatırken erkekliğimi de gururumu da Tanrı'yı da bırakmıştım dudaklarının ucunda.
Öptü, öptü... Doyasıya öptü, lakin kondurduğu her busesi kabalıktan sertlikten bir haber oldukça yumuşak ve korku doluydu. Bir çiçeğin yapraklarını okşar gibi zarifti dudakları. Bir insanın dudakları nasıl böyle zarif olabilirdi ki, biz vicdansızlıklarıyla bilinen, küfür etmeyi yiğitlik sayan varlıklarken bir erkeğin dudağı ilk defa bu kadar yumuşak ilk defa bu kadar sıcaktı. Toprağın altına zincirlerle sabitlediğim köklerimi serbest bırakıp yabancının yüreğine doğru akıttım. Sevmek istiyordum, ben ilk defa sevmek istiyordum korkusuzca, lakin onun gibi sevdaya hemhal bir sevgiyle değil dostluk bağıyla bir sevgi kurmak istiyordum kendisiyle. Onun bana karşı duyduğu sevginin tek bir zerresine bile denk gelmeyecek olduğunu bilsem de artık itmek istemiyordum onu, sadece sevmek istiyordum.
Buram buram iliklerime dağılan kokusu, saç tutumlarımın arasına saklanan gülüşleri, nefeslendiği tenim, bana bir memleket olan yüreği. Sarılmak ne garip şeydi böyle, kollarım onun belinde arkadan sarılıyken keşke şu an ellerim kelepçelenseydi de ben bu adamın teninden, gülüşünden, gözlerinden, kokusundan sürgün edilemeseydim. Keşke giydiği gömleği, paltosu, ceketi birinin ipi olsaydım da bedeninde bir tüy kadar bile hakkım olsaydı. Keşke bir çiçek olabilseydim de beni yakasında taşısaydı. Yabancıydım. Yabancının bana yabancıyken yüreğime yabancılar arasında en yakın olduğu gibi, ben her duyguya her insana yabancıydım. En çok ise kendime yabancıydım. Sarılmaktan nefret eden ben şimdi bir yabancının kollarında huzuru buluyor kapattığım gözlerimi örten gözkapaklarımdan gökyüzüne dokunup bulutları sarmalıyordum. Sıcacık bir bağrın aşı, yuttuğu son lokması gibi tatlıydı yabancının sarılışı.
Hasrettim, çoğu duyguya hasret bir duygusuzdum. Yıllarca beklediğim kollar, başımı yaslayacağım göğüs, yüreğimi döven kalp, hepsi sen de yabancı. Sarılmanın saflığını, masumluğunu, temizliğini, gerekliliğini bilmeyen hiç tatmamış iki yürek. Söylesene yabancı senden önce neden kimseye sarılamadım, neden kimseye yurdum diyemedim, neden çağlayamadım bir şelalenin zirvesinde. Hep sen mi gerektin kendimi bulmam için. Bir sarılmanın kırk yıl hatırı olur muydu bilmiyorum lakin bu sarılmanın bir ömür yarası olacaktı yüreğimde. Kollarını sarmalayan damarları ömrümün ipi, parmaklarının uçları ise salıncağımdı. Rüzgarı var eden nefesi, hem soluğumu kesen hem de bana nefes bahşeden teni.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALIENA (Taekook)
FanfictionBir baba gibi seviyorum seni, saçlarını karıştırıp öpüyorum başını. Bir anne gibi seviyorum seni, sıcacık bağrıma basıp ısıtıyorum sevgisizlikten titreyen bedenini ve bir annenin merhametini bırakıyorum gözlerinle avuçlarının içine. Bir kardeş gibi...