Jungkook
"Bütün gördüklerim içinde,
Yalnız sensin hep görmek istediğim,
Dokunduğum her şey içinde,
Senin tenindir hep dokunmak istediğim."
Sevmeyi tanımlayın deseler bir cümle bile bulmakta zorlanıp nergislerim ya da ailem derdim. Belki sevdiğim bir kitap ya da yemek çeşitlerinden biri de bu tanıma uyabilirdi. Ya da her sabah bıkmadan yürüdüğüm yollar, bazen kafasına göre yağan yağmur, bazen de dağılıp yok olan bulutlar. Sevmeyi tanımlamak için kurduğum bu birkaç kelimeyi de tanımla deseniz, nergis için en güzel tanım bir çiçek, aile için anne, baba... Vesaire vesaire diye gider dururdu. Her bir kelimenin tonlarca tanımı ortaya çıkardı. Gel gelelim bir insanı sevmek. İşte bunu tanımlamak güç, hem de oldukça güç bir eylemdi. Hangi kelime içindeki tüm hücrelere, hatta hayali zihnine hükmedecek kadar yoğun bir duygunun tarifi olabilirdi ki. Aşk, sevgi, mutluluk, keder, bir isim...
Hangi kutsal parçası, hangi diğer insanlardan farklı gördüğümüz özelliği bizi bazı insanlara diğerlerinden daha çok bağlanmamıza sebebiyet verirdi. Herkesin sahibi olduğu bir çift göz, bir gülüş, bir beden, bir dudak. Hayır bunlar nasıl bir insana apansız sevgi beslememize neden olabilirdi ki. Herkeste var olan bir onda ayrı değildi ya. Lakin işte bazı insanları dünyadaki her şeyden farklı sevmek zorunda bırakılıyorduk şimdi olduğu gibi.
Demiştim, bazı duyguları yaşamak için hiç zamanım olmamıştı diye, aslında zamanım çoktu lakin duyguların bana ayıracakları zamanları yokmuş gibiydi. Lakin şimdi bir insanın varlığı bana tüm duyguları acı verecek de olsa, mutluluk yaşatacakta olsa öğretmeye yemin etmiş gibi çevreliyordu etrafımı. Beni çekingenliğe iten durum ise bu duyguların karmaşasının beni korkutmasıydı. Bir bebek gibi yeni tanımlamaya başladığım duygulara ilkin sevecenlikle el uzatıyor, sonrasında ise bilinçsizce geri çekiliyordum. Aslında birkaç saniye öncesine kadar yaptıklarımın doğruluğuna inandığım şeyler, biraz vakit geçip zihnim soğuduğunda yanlış olduklarını bana söylüyor ve beni ıstırap dolu kendi suçlamalarımı yaşadığım iç dünyama hapsediyordu. Bu gelgitlerle dolup taştığım okyanusumun içinde elinde tek bir kürekle kayığını çeken adam ben, bir yere gidebilmekten çok etrafımda apansızca dönüyordum. Dönen başımın üzerinde beliren halkalar ise meleklerin halkalarından çok bayılmaya yaklaştığımı tecelli ediyorlardı.
Bunca belirsizliği göğüslediğim şu bulantılı vakitlerin içinde bir adama dayanmayı istemiyor, hatta bir an evvel benden kurtulması için can atarken şimdi onu sevmeye çalışıyordum. Kendimi zorlayarak giriştiğimi düşündüğüm bu durumun karşında ne kadar başarılı olacağımı bilemeden ilerlemeyi seçmiştim. Şimdi, beni sevişine karşın kaç yıl onu sevmeliydim? Kaç gece evinin önünde yatmalıydım? Kaç mevsim üşümeliydim yapayalnız sokakların arasında? Hangi kelimeleri söylesem onu sevdiğimi anlardı? Bilmiyorum demiştim değil mi? Onun nasıl sevmem gerektiğini dahi bilmiyorum.
Dudaklarıma değecek küçük et parçalarının varlığını gözlerim kapalı beklerken, heyecandan çok uzak kurmuş olduğum bu alakasız düşüncelerimi boynumda hissettiğim ve bir anlık irkilmeme neden olan saydam ılıklıklar bozmuştu.
Sıkı sıkıya bile kapattığımın farkındalığa erişemediğim gözlerim sabırsızlıkla açılırken oluşan perdelenmeleri görmezden gelerek karşımdaki eğik başı kaldırmış yüzüme bakmasını sağlamıştım. Gözlerinin içinde parlayan kırık gülümsemeler bana kendimi hatırlatırken sağ avcumu yanağına kapatmış yeni yeni çıkmaya başlamış yaşlarına el pençe olup avuçlarıma kaydırıvermiştim. Son zamanlarda bana bire bir benzediğine şahitlik edeceğim yabancı, benim gibi olur olmadık her yerde ağlıyordu artık. Gerçi ne diyebilirdim yaşlarına, kızmak hadim değildi ki. Susuyordu, çok fazla susmuştu, belki de ondan ağlıyordu. Ben de öyle değil miydim bir nevi. Ne zaman bir yerde ağlasam çok sustuğumdan olmuyor muydu bu? Anlatacak kimsem olmadığından değil, dinleyecek kimsem olmadığındandı bu susuşlarım. Şimdi karşımda dakikalar, saatler gerekirse günlerce dinleyeceğine adım kadar emin olduğum bir insan varken nereden başlayacağını bilemiyor, yine susmayı kabulleniyordum. Biliyordum şimdi ona konuşmaya başlasam dahi bir de içimde ayrı bir dünyayı mesken ederek konuşan düşüncelerimin sohbetini hiç duyamayacak yine yarım ağzımdan çıkan yarım kelimelerin yarı yarıya doğruluklarıyla duygularını idame ettirmeye çaba gösterecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALIENA (Taekook)
FanfictionBir baba gibi seviyorum seni, saçlarını karıştırıp öpüyorum başını. Bir anne gibi seviyorum seni, sıcacık bağrıma basıp ısıtıyorum sevgisizlikten titreyen bedenini ve bir annenin merhametini bırakıyorum gözlerinle avuçlarının içine. Bir kardeş gibi...