"Gerçekten de varmış bir bildiği," diye düşündü Lan Wangji. Abisinin gidişinin üzerinden bir hafta geçtiğinde ve abisi döndüğünde yüzünde her zamankinden parlak bir gülümseme vardı. Ve daha dinlenmeden Wei Wuxian'ı yanına çağırmıştı. Wei Wuxian da biraz önce Jingshi'ye dönmüştü. Onunda yüzünde her zamankinden daha geniş ve parlak bir gülüş vardı. Lan Wangji ne olduğunu sormak istemişti ama kocası ona sadece " Ben sana demiştim," deyip konuyu değiştirmişti. Şu an yarın gece çıkacakları gece avı hakkında konuşuyorlardı. Wei Wuxian'ın bir hafta da çocuklara ne öğrettiğini görmek için Lan Xichen de geliyordu. Güvenlik -ve tabi kocasından ayrılmayı sevmemesi de var- için Lan Wangji ve son olarak tabi ki öğretmen olarak Wei Wuxian.
Aslında av çok büyük ya da tehlikeli değildi. Temelde sadece Gusu'nun öğretilerine uyacak olsalar bir kaç doğaçlamayla gençler işi halledip dönebilirlerdi ancak öğrendikleri karanlık sanatları ilk kez gerçekten kullanacakları için ne olacağı konusunda kimse emin olamazdı. O yüzden sektin en iyi efsuncuları da onlarla geliyordu. Tabi güvenlik ve değerlendirme de vardı.
Ertesi günün gecesinde avlanmak için gidecekleri dağa giderken Wei Wuxian yol üstündeki kasabada durup soruşturmanın daha iyi olacağını söylemiş ve kimseden bir cevap beklemeden kasabaya doğru neredeyse sekerek ilerlemişti. "Hayır" diyememiş olan, kalan herkes de mecburen onun peşinden gitmişti. Kasabadan öğrendiklerinde göre dağda gerçekten tuhaf şeyler oluyordu.
Dağda bir tapınak vardı. Kim ne yaparsa yapsın bir türlü en ufak bir zarar görmüyordu. Üstelik tapınaktaki tanrıça oraya gidip dua edenlerden yalnızca çocuk isteyen çiftlere yardım ediyordu. Başlarda sadece isteyen kişilerin çocuk sahibi olmasına yardım eden tanrıça zamanla tapınağa adım atan her çifte bir çocuk sahibi olma şansı verir olmuştu. Çiftlerin cinsiyetini önemsemeden - ama kasabadakiler grupta hiç kadın görmeyince bunu söylememişlerdi-hemde. Çiftler bunu istemese bile...
Sorun artık belliydi. Bu tanrıçayı durdurmak lazımdı ve gerçekten grupta hiç kadın olmadığı için kimse hamileleik olayından endişelenmemişti. Sonuçta tanrıça aralarında olan tek çifte de bir çocuk sahibi olma imkanı veremezdi ya...
___________________________
Verdi. Kimse nasıl olduğunu bilmese de aralarındaki tek çifte çocuk sahibi olma imkanı verildi.
Savaş aslında zor geçmemişti. Tanrıça garip bir şekilde pek karşılık vermiyordu. Tamamen savunmasız sayılmasada tam anlamıyla kendini korumak için savaşmıyor gibiydi. Daha çok savaşırken kafasında başka bir şey varmış da ona odaklanıyormuş gibiydi. Ama sonunda savaş bittiğinde ve tanrıça yenildiğinde kimse de bir gariplik yok gibiydi. Bu yüzden sadece tanrıçanın düşündükleri kadar güçlü olmadığına karar verdiler ve sekte geri döndüler.
O gece Lan Wangji ve Wei Wuxian bir tür kutlama yapmak adına tekrar bir bütün olduklarında da bir gariplik yoktu. Ta ki o geceden sonraki bir kaç günde Wei Wuxian birden kendini kötü hissetmeye başlayana kadar. Doktoru çağırmışlardı ve doktor sadece soğuk aldığını, bir kaç güne iyileşeceğini söyleyip gitmişti. Onlar da bunu mantıklı bulup ne yapmaları gerekiyorsa yapmışlardı. Ancak Wei Wuxian kötü hissetmeyi bıraktığında bu kez de normalden fazla yemeye başlamıştı. Normalden daha sık acıkıyor, normalden daha fazla yiyor ve aynı zamanda artık Gusu'nun yemeklerinin kokusunu bile alsa midesi bulanıyor, sadece kocasının onun için yaptığı baharatlı yemekleri yiyordu. İlaç olarak getirilen bitki karışımlarını bile içemiyordu.
Sonunda bunun normal olmadığına karar verdiklerinde doktoru tekrar çağırmışlardı. Doktor bu kez konuşmadan önce şoktan bir süre küçük dilini yutmuş gibiydi ancak konuştuğunda herkes küçük dilini yutmuştu. Yiling Patriği Wei Wuxian hamileydi. Hem de üç haftalık.
Şimdi ise Lan Wangji hamile kocasını bütün işlerinden azad etmiş, yemeğini bile elinden gelse kendisi yediriyordu - tabi çoğu zaman Wei Wuxian buna izin vermiyordu ama - . Her gün sabah onu ne zaman kalkarsa kalksın mutlaka gelip yıkıyor, kurulayıp giydiriyor, bir anlamda tam anlamıyla bebek gibi davranıyordu. Bazen Wei Wuxian " Ben sadece bebeği taşıyorum ve bana bile böyle davranıyor. Acaba doğumdan sonra bebeğimize nasıl davranacak?" diye düşünmekten kendini alamıyordu.
Aylar normalde olduğundan hızlı geçmiş gibiydi. Çoktan yedi ay olmuştu ve Wei Wuxian'ın karnı açıkça belirgindi. Ve dokunulduğunda içeride hareket eden minik bir kuzucuk hissedilebiliyordu. Artık Lan Wangji her akşam gelip kocasını öpüyor, sonra karnına eğilip orayı öpüp okşuyordu. Bebeğiyle bazen o kadar çok konuşuyordu ki Wei Wuxian Lan Wangji'nin kendisiyle bile bu kadar çok konuşup konuşmadığından emin olamıyordu.
Öte yandan onun bu hallerine de hak veriyordu. Sonuçta o çok fazla çocuk görmemişti. Aynı zamanda kendi çocukluğunu da yaşayamamıştı. Ve belki de bu yüzden çocuklara ve bebeklere ayrı bir düşkünlüğü vardı Lan Wangji'nin. Zaten cezalı olduğu ve pek çok diğer şey yüzünden Lan Yuan'ın küçüklüğünü de pek görmemişti. Üstelik bu bebek sevdiği adamdan ve kendi kanındandı. Böyle bir ihtimali aşık olduğunu anladığı gün aklından çıkartmıştı. Çünkü bir ölünün dirilmesi bile ona imkansız gelmezken bu onun için sayılı imkansızlardan biriydi. Ve şimdi bu da oluyordu. O mutlu olmak için başka ne isteyebilir di ki.
__________________
Bir ay kadar sonra artık doğuma çok az kalmıştı ve neredeyse sektin yarısı gün sayıyordu. Neredeyse Wei Wuxian'ın bütün yakınları onu ziyarete gelmişti. Hatta Jiang Cheng bile. Ama Jin Ling hala yoktu. Wei Wuxian neredeyse umudu kesmişti ama bir gün müritlerden biri Jingshi'nin kapısını çalıp Genç Efendi Jin'in kendisini ziyarete gediğini haber verdiğinde içindeki burukluk kaybolmuştu. Hemen onu içeri almalarını söyledi müritlere çünkü kendisi pek hareket edemiyordu.
Jin Ling Jingshi'nin kapısından yavaşça girdiğinde önce kısa bir süre için etrafa göz attı. Sonunda gözleri yatakta yarı uzanmış halde yastıkların içinde oturan dayısını bulduğunda anlık olarak nefesi kesildi ve yavaşça ona yaklaşmaya başladı. Sonunda Wei Wuxian'la arasında bir adımlık bir mesafe kaldığında Wei Wuxian onun bir şey söylemek ya da yapmak arasında gidip geldiğini gördü. "Jin Ling," dedi yumuşak bir sesle ve devam etti. " Hoş geldin. Immmm- Dokunmak... İster misin?"
Jin Ling anlık olarak heyecanını saklayamadan "Dokunabilir miyim!?" dedi. Sonra hemen kendini toparlayıp yüz ifadesini düzeltti ama bir an sonra Wei Wuxian'ın bileğini yakalayıp kendi karnının üstüne koymasıyla ve içerideki küçük bir varlığın hareketini hissetmesiyle affaladı. " Yüce Tanrılar," diye düşündü, " Bu gerçekten gerçek,"
Ancak ne düşünürse düşünsün tek kelime etmeden Wei Wuxian'ın oturduğu yatağın kenarına oturup bir süre onun karnını okşadı. Transa geçmiş gibiydi. Her zaman çattığı kaşları gevşemiş, yüzünde hafif bir tebessüm yer edinmişti. Bir süre sonra sanki bir şey duymuş ya da fark etmiş gibi ani bir hareketle tekrar eski haline geldi ve gelirken yanında getirdiği kutuyu Wei Wuxian'a uzattı. " En sevdiğin yemeğin bu olduğunu duydum. Tadı nasıl bilmiyorum ama buralarda taze yiyemeyeceğini düşündüm. Canın çekmiştir diye biraz pişirdim. Umarım... Beğenirsin," dedi tereddütle.
Wei Wuxian kafası karışmış bir şekilde bir anlığına Jin Ling'e baktı. Sonra kutuyu açtığında karşısında gerçekten en sevdiği yemek vardı. Nilüfer kökü ve kaburga çorbası. Gerçekten uzun süredir yemediğini fark ettiğinde hemen kaşığı alıp çorbadan bir yudum aldı ve dondu kaldı. Jin Ling Wei Wuxian'ın tepkisini gördüğünde bir sorun olduğunu düşündü ve tam ne olduğunu soracaktı ki Wei Wuxian " Bu tam... Annenin yaptığı gibi," dedi göz yaşlarını tutmaya çalışarak.
Jin Ling bunu duyduğunda tek kelime edemedi. Sonunda sesini bulduğunda "Umarım kuzenimin kaderi benimkine benzemez," diyebildi. Bu belki de kullanmaması gereken bir sözdü ama aklına gelen tek şey buydu. Wei Wuxian'a baktığında sessizce göz yaşlarını serbest bıraktığını gördü. Ama söylediği şeye pek takılmamamış gibiydi. Jin Ling kendisinin de gözlerinin yanmaya başladığını hissettiğinde hızla kalkıp, Wei Wuxian'a veda etti ve göğsünde ağlamayı sorun etmediği tek çocuğu aramaya başladı.
![](https://img.wattpad.com/cover/285570119-288-k6717.jpg)