Hale Türker..
Ders bitmişti. Saate baktığımda 16:30 olduğunu gördüm. Göz ucuyla Efe'ye baktığımda kitaplarını toparladığını, bir yandan da arkadaşıyla konuştuğunu gördüm. Her ne kadar ona bakmaya devam etmek istesem de, başımı çevirmek zorunda kaldım. Zamanlamam cidden harikaydı. Çünkü arkadaşım Zeynep, o sırada koluma girmişti. Beraber sınıftan çıkıp, koridorda yürümeye başladık.
"Hale bu gece bizde kalır mısın?" dedi Zeynep. Ben de ona 'Şaka mısın?' bakışımı fırlattım.
"Annemler de tamam diyecekler. Zeynep, çok film izliyorsun." dedim gülerek.
"Kızım ne alakası var? Annen zaten beni tanıyor. İzin alsan ne olur?"
"Peki, deniyorum." dedim pes etmiş bir şekilde. Annem her zamanki gibi ilk çalışta telefonu açmıştı.
"Anne? Ne yapıyorsun?"
"Berra ablanın dük... iş yerine geldik canım. Sen ne yapıyorsun?" dedi annem. Sanırım Asude abla da yanlarındaydı. İster istemez sırıttım. Ailenin çatlak kızıydı Asude abla.
"Dersten çıktım ben de. Madem oradasınız ben de geliyorum." dedim ve telefonu kapadım. Zeynep ise şaşkın bir şekilde bana bakıyordu.
"İzin alacağını sanıyordum Hale." dedi hafiften bozularak. Bense ona sarıldım.
"Annem Berra ablanın yanındaymış. Orada izin alacağım. Berra ablam annemi daha kolay ikna eder." dediğimde yüzü gülmüştü.
Okul kapısından çıktığımızda Efe'yi arkadaşıyla beraber bir arabaya bindiklerini gördüm. Arkadaşı sanırım ona komik bir şeyler anlatıyordu. Onu dinlerken, kahkaha attığını gördüm. Bir süre bembeyaz tenini, saçlarının kıvırcıklığını izledim. Yüz hatlarının ne kadar sert olduğunu düşündüm o anda. Ne kadar da güzel gülüyordu. Her şey gibi gülmek de ona çok yakışıyordu.
Sonra iç sesimin mantıklı yanı geri dönüş yaptı. Ne yapıyordum ben? Okulumun kapısında, arkadaşım kolumdayken, beni asla o şekilde görmeyecek olan birisini süzüyordum. Tam bir aşık gibi... Ama aşık falan değildim ben. Bu sadece bir tür hoşlantıydı. Hem Efe'den hoşlanmak fazla kolaydı. Efe, birçok kızın hayallerini süsleyecek kadar yakışıklı, mantıklı, iyi birisiydi. Birçok kızın beyaz atlı prensiydi. Bunları uydurmuyordum. Kızların bu tip konuşmalarını sayamayacağım kadar çok duymuştum. Ama benim değildi... O benim... Prensim falan değildi. Hem prensler sadece masallarda olurdu. Gerçek Dünya'da onların soyları tükenmişti.
Zeynep'in beni çekiştirmesiyle hızlı adımlarla otobüs durağına yürümeye başladık. Yaklaşık beş dakika bekledikten sonra otobüs gelmişti. Akbillerimizi bastıktan sonra otobüsün arka kısımlarına ilerlemeye başladık. Oturmak bir hayaldi. Tıpkı Efe gibi.... Öf ya. Ne diyordum ben? Otobüsün dolu olmasıyla, Efe'nin ne alakası vardı şimdi? İyice saçmalıyordum. Zeynep ise bana bir şeyler anlatmakla meşguldü. Ama onu dinlediğim söylenemezdi.
Onu Berra ablamın dükkanında, kitap okurken izlemek muhteşem bir deneyimdi. Ve açıkçası bana böyle bir an yaşattığı için Berra ablaya borçluydum da. Onun dükkanının popülerliği Efe'ye kadar ulaşmasaydı, böylesine güzel bir an yaşayamazdım. O günü tekrar düşündüm. Bana sunduğu o şahane gülümsemesini, Kitap okurken çattığı kaşlarını, kahvesinden aldığı yudumları, onun beni kitap okuduğu sandığı o anlarda elimdeki kahveyle onu izlediğim o anları hatırladım tekrar. O anları yeniden yaşamak isterdim. Ama Zeynep'in sesiyle kendime geldim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Kitapçı Dükkanı...
General FictionHayaller mi? Para mı? Berra'nın tercihi hayallerden yana olsa da, hayatında bazı şeyler hala oturmuş değildir. Mesela gizemli bir adam gibi.. Ayraçların kenar yazılarından bir tanışma... Kitapların sayfalarından doğan bir aşk.. Bir kitapçı dükkanınd...