Bölüm Otuz Bir

97 4 0
                                    

Berra Sezgin...

Akşam olmak üzereydi. Besim arabayı deniz kenarına çekmişti. Biz de arabanın kaputuna oturmuş beraber güneşin batışını izliyorduk. Önümüzde uçsuz bucaksız gibi görünen ve giderken bize harika manzarasını sunan bir güneş vardı. Yanımda sevdiğim adam da vardı. Daha ne isteyebilirdim ki?

Başta Besim'e beni işimden alıkoyduğu için kızmıştım. Ama o anda , ona sarılmış bu gün batımını izlerken aslında buna ne kadar ihtiyacım olduğunu fark etmiştim. Onunla zaman geçirmeye, bazı şeylerden uzaklaşmaya ihtiyacım vardı. Böylece iç dünyamla baş başa kalabilmiştim.

Besim beni bir Karadeniz şehrine getirmişti. Sabahın köründe beni evden almış , arabayla bir şehire gideceğimizi söylemişti. Nereye gideceğimizi söylememişti. Bütün tahminlerimi gülerek dinlemiş, ama ser verip sır vermemişti. Ben de tabelalara bakarak bulmaya çalışmıştım. Ama Sakarya'dan sonra uyuyakalmıştım.

Gözlerimi açtığımda ise Zonguldaktaydım. Şaşkınlıkla Besim'e baktığımda beni buraya getirmiş olduğunu anlamıştım. Neden buraya getirdiğini anlamamıştım. Sadece isen bildiğim bir şehre neden gelmiştim? Yine de arabadan inene kadar sormamıştım. 

"Aç olduğunu biliyorum. O yüzden önce sana güzel bir kahvaltı yaptıracağım." demişti hevesli bir şekilde. Oldukça güzel bir yere benziyordu. Bu yüzden daha fazla uzatmadan başımı salladım ve Besim'in bana uzattığı elini tutup onu takip etmeye başladım.

Doğanın manzarasını görebileceğimiz bir yere oturduktan sonra Besim ilk olarak koca bir demlik çay istemişti. Ardından serpme kahvaltı sipariş ettikten sonra karşıma oturmuş, benim manzarayı izlememi seyretmişti.

"Ne oldu?" demiştim beni seyrettiğini fark ettiğimde. O ise sadece gülümseyip çayını içmeye devam etmişti.

Kahvaltının ardından tekrar beni gezdirmeye başlamıştı. Geçtiğimiz her yer hakkında bilgi vermekten de geri kalmıyordu. Anladığım kadarıyla burası onun sıklıkla geldiği bir yerdi. Benimle bir bilinmezini daha paylaşmıştı.Belki de tüm bu bilinmezlikler zamanla yok olacaktı ikimiz için de. Belki böyle olması en iyisiydi. Bilemezdim.

"Neden buradayım?" demiştim en sonunda. Karadeniz'e arkamı dönüp bu soruyu sormuştum sonunda. Hırçın, bilinmez, uçsuz bucaksız... Tıpkı onun gibi... Tıpkı aşık olduğum o adam gibi...

"Nasıl yani?" demişti alnıma düşen bir saç tutamını yavaşça iterken.

"Neden burası? Neden başka bir yer değil de buradayım?"

"Çünkü ben buradan geldim. Benim annem buradan geldi. Çocukluğum burada geçti. Benim bir parçamı daha görmeni istedim." demişti. Gözlerine bakmıştım. Kaybolmayı göze alarak yapmıştım bunu. Yine kaybolmuştum. Bile isteye, yana yakıla...

"Bunu istemene sevindim." demiştim ve tekrar gezmeye devam etmiştik.

Zaten küçük bir yerdi. Akşam olduğunda gezmemiz bitmişti. Ama denizi çok sevmiştim. O sonu belirsizliği beni etkilemişti. Hem hayranlık hem de sonsuz bir ürperti sebebiydi benim için. Bunu Besim de fark etmiş olmalıydı ki deniz manzarasının görünebileceği bir yere arabasını park etmişti. Ardından tekrar elimi tutup beraber kaputa oturmuştuk.

"Seni neden buraya getirdiğimi sormuştun ya. Anlatmam gereken şeyler olduğu için." dedi. Öyle aniden. Bir anda. Neden birdenbire böyle dediğini anlamamıştım. Kaşlarımı çatarak denize bakmaya devam ettim. Ona bakmadım. Neden bakmadığımı bilmiyordum. Ama bakmıyordum.

Bir Kitapçı Dükkanı... Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin