Lale Çetingöz...
Soğuk bir sabaha uyanmıştım. Sabah olmuş muydu? Açıkçası emin değildim. Dışarısı hala karanlıktı. Telefonuma baktığında saatin beş olduğunu gördüm.
Gece boyu uyuyamamıştım. Düşünceler uykumu benden çalmıştı. Saatler boyu yatakta dönüp durmuştum. Az uyuduğumu bilsem de, daha fazla uyuyamayacaktım. Uyku da gittiğine göre sığınacak bir limanım da yoktu. Bu yüzden kalkıp, yüzümü yıkadım. Ardından kendime hazırlayıp bilgisayarımı açtım.
Ünlü bir edebiyat dergisinden bir teklif almıştım. Kitaplar ve günümüzdeki yerleri hakkında bir yazı yazmam istenmişti. İşin aslı ne yazacağımı bilmiyordum. Bu teklifi de kabul etmek istememiştim. Aklımdakileri kağıda dökebileceğimi düşünmüyordum. Kabul etmem için Berra resmen baskı yapmıştı. Benim aksime o yapabileceğimi düşünüyordu.
Berra böyle bir kızdı. İnsanlara inanırdı. İnsanların içlerindeki potansiyelleri görür, onları cesaretlendirirdi. Bunu yaparken onları önemsediğini de hissettirirdi. Hatta bazen fazla önemserdi. Berra bu konuda bana benden fazla inanıyordu. Bende gördüğü neydi? Bilemiyordum. Boş gözlerle ekrana bakarken bu sorunun cevabını merak ediyordum. Cevabını bilmek isterdim.
Kahvemden bir yudum alıp, kendimi bir şeyler yazmaya zorlamaya çalıştım. Günümüzde oldukça yaygın olan e-kitaplardan başlayabilirdim belki. Kahveden tekrar bir yudum alıp yazmaya başladım.
Gerçi e-kitaplara karşı bir garezim yok. Aslında günümüz koşullarında faydalı bile diyebilirim. Hızlı ve pratikti. Erişmek daha kolaydı. Ancak tüm bunlara rağmen e-kitaplardan pek hoşlanmam. Sanki kitapların insanlara açtığı dünyaların kapısına kilit vurulmuş gibi gelir bana.
Ayrıca kitabın kendisine dokunmayı severim, kağıdın üzerindeki mürekkebi görmeyi severim, kendine has o kokusunu içime çekmeyi severim. Kitabı okurken hissetmeyi severim. Belki saçma ama kitabı bu şekliyle daha gerçekçi buluyorum. Sanki ellerimde kocaman bir Dünya'nın giriş kapısını tutuyormuşum gibi oluyorum. Bu hissi de seviyor, bunu kaybetmek istemiyordum.
Ne kadar yazık değil mi? İnsanların elinde kitap göremiyorum. Kitapları tartışan kişileri duyamıyorum. Kitaplarla mutlu olan insanları göremiyorum, her yere onları da götüren insanlar yok. Göremiyorum ben. İşin kötü yanı, kitapların hayatımızdaki yeri giderek daha da azalıyor. İnsanlar hayat meşgalesinin içinde öylesine kaybolmuşlar ki, başka Dünya'ları düşünmüyorlar bile.
Günümüzde insanlar konuları hızla tüketmenin peşine düşmüşler. Her hikayede bir entrika, esrarengiz olaylar olmak zorunda. Tabii ki hayat denen şey tekdüze ve yavan olamaz. Ama, fazla entrikalar inandırıcılıklarını yitiriyor. Bir kitaptaki konu defalarca ısıtılıp önümüze servis ediliyor. Çok anlamam bu işlerden. Ama ben bir okuyucuyum. Ve bundan rahatsız oluyorum.
Ayrıca fark ettim ki, insanlar artık düşünmüyorlar. Hayal güçlerini daraltmışlar ve bu daraltılmış dünyada kendilerini ferah zannediyorlar. Hep aynı kişileri, aynı olayları, aynı yerleri okuyorlar, ancak aynı şeyleri okuduklarını fark etmiyorlar bile. Bir Kitapçı Dükkanında çalışıyorum. İnsanları gözlemlemek için çok fırsatım var. Ukalaca bir yorum yapmak değil niyetim. Her gün insanlara kitap tavsiye ediyorum, bir sürü insan bana kitap soruyor. Bu işin biraz da olsa içinde olan biri olarak söylüyorum bunu. İnsanlar artık ufuklarını açmıyorlar. Sınırlarını genişletmiyorlar, hayal güçlerinde bile uçlara gitmekten çekiniyorlar. Bunu onlara yaptıran ne? Ne yazık ki buna bir cevabım yok. Çoğu insan için bu hala muamma.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Kitapçı Dükkanı...
Ficción GeneralHayaller mi? Para mı? Berra'nın tercihi hayallerden yana olsa da, hayatında bazı şeyler hala oturmuş değildir. Mesela gizemli bir adam gibi.. Ayraçların kenar yazılarından bir tanışma... Kitapların sayfalarından doğan bir aşk.. Bir kitapçı dükkanınd...