Bengü Sezgin...
Kapının önünde bir elim kapıya vurmaya hazır, diğer elimde çantamla tedirgin bir şekilde duruyordum. Bir yanım bunu yapmak istemiyordu. Çekiniyordum. İlk defa kardeşimle konuşmaktan çekiniyordum. Bu genelde onun hissettiği türden bir şeydi.
Bir zamanlar benim delicesine sevdiğim adamı, kardeşime sarılmış bir şekilde görmek tabii ki şaşırtıcı olmuştu. Kardeşimi tanıdığını bile bilmiyordum oysa. Elimde olmadan tekrar o anları düşündüm. Besim'in Berra'ya bakışlarını, kardeşimin yıkıldığı zamanı, hiçbir şey demeden hızlı adımlarla oradan gitmesini, Besim'in peşinden koşmasına rağmen onu ikna edemediği o zamanları...
Kardeşimin acı çektiğini biliyordum. Ankara'dan geldiğimiz günden beri bir araya gelmekten itinayla kaçınıyordu. Dükkanına gitsem dahi, odasından çıkmıyordu. Ben de üstüne gelmek istemediğimden gitmiyordum. Ama artık dayanamazdım. Artık hissetmediğim hisler yüzünden daha fazla acı çekmesini istemiyordum. İstediği kadar inkar edebilirdi. Ya da kandırabilirdi herkesi. Besim onun için bir şeyler olmaya başlamıştı. Bunu mahvettiğim için de kızıyordum kendime.
Kararımı vermiştim. Konuşacaktım. Bu akşam gidiyordum. Kardeşimle böyle kötü bir şekilde ayrılmak istemiyordum. Onun acı çektiğini bilerek rahatça kıta değiştiremezdim. Kapıyı açtığımda karşıma Asude çıkmıştı. Hiçbir şey demeden kenara çekildiğinde içeri geçip kapının yanında durdum.
"Nerede?" Dediğimde Asude kararsız bir ifadeyle suratıma bakmıştı. İki arada kaldığını görebiliyordum. İkimizi de kırmak istemiyordu. İkimize de hayır diyemiyordu. Bu yüzden üstelemeye karar verdim.
"Asude? Odasında değil mi?" Deyip tekrar yüzüne baktım. Dudaklarını ısırmış, küçük bir çocuk gibi bakıyordu. En sonunda sadece başını sallamıştı. Bu da benim için bir cevaptı. Ona rahatlatıcı olduğunu umduğum bir şekilde gülümsedikten sonra Berra'nın kapısını tıklatıp bir ses bekledim. Ama gelmedi. Bir kez daha denediğimde de bir ses gelmemişti. Gözümün ucuyla Asude'ye baktıktan sonra kapıyı açıp içeri geçtim.
Sırtı bana dönük olduğu için yüzünü göremiyordum. Saçlarını salık bırakmıştı. Pencerenin önünde oturuyordu. Oda fazla sessizdi. Ama kardeşimin sessiz olmasına dayanamazdım daha fazla. Onun sessizliği, lav gibi kaynayan öfkesi, hayalkırıklığı demekti. Onun sessizliği fırtına demekti. Kardeşimin sessiz olduğu her dakikada acı çektiğini bilecek kadar tanıyordum onu. Bu yüzden sessizliğine dayanamazdım.
"Berra?" Dedim bir tepki almayı umarak. Ama ses gelmemişti. Pes etmeyecektim. Bugün gidiyordum. Kardeşimle bu şekilde ayrılmak istemiyordum.
"Kendini boşuna harap ediyorsun..." Diye konuşmaya başlamıştım ki benim yüzüme baktı. Sinirinden dudaklarını kasmıştı. O kadar kasmıştı ki dudakları ince bir çizgi gibiydi. Kaşlarını çatmış yüzüme bakıyordu. Beni kırmak istercesine.
"Onu seviyorsun." Dedi sert ama net bir sesle. İçimden bir ya sabır çektikten sonra ona baktım.
"Seviyordum. Artık sevmiyorum."
"Onun için her şeyi bırakmayı düşündün."
"Ama bırakmadım. Bana bunu söylediğine inanamıyorum. Bak, insanın düşündüğüyle yaşadığı bir olmazmış. İnsanlar çoğu kez bunu unutur. Planlar yapar, hayaller kurar, bazen fedakarlık yapar. Düşündükleri gerçekleşsin diye. Ama hayat öyle değil işte. Bir bakmışsın ki o düşündüklerinin hiçbiri olmamış."
"Ama düşündün."
"Berra on dokuz yaşındaydım. Her insan gençken biraz aptal olur. Besim benim sadece arkadaşımdı. Bana asla umut vermedi. Ben görmek istediğim şekilde gördüm sadece. Lütfen ona da kendine de yüklenme."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Kitapçı Dükkanı...
Fiction généraleHayaller mi? Para mı? Berra'nın tercihi hayallerden yana olsa da, hayatında bazı şeyler hala oturmuş değildir. Mesela gizemli bir adam gibi.. Ayraçların kenar yazılarından bir tanışma... Kitapların sayfalarından doğan bir aşk.. Bir kitapçı dükkanınd...