Horozların ötüşü ile yavaşça gözlerimi araladığım sırada camdan dışarıya baktım yattığım yerden.
Güneş yeni yeni doğarken yerdeki telefonuma uzanıp saate baktım. Sabah 5'e geliyordu.
Koluyla beni kendine hapseden Alp'ten kurtulmaya çalışırken en sonunda yatağın diğer tarafına dönüp beni bıraktı.
Yorganı üzerimden atarak onun da duvardan tarafa dönmüş olmasından yararlanarak bavulumdan siyah termal tayt ve beyaz uzun kazak çıkarttım. Pijamalarımı çıkartıp onları üzerime geçirdikten sonra çorap da giyip, telefonumu alarak çıktım odadan. Banyoya giderek saçlarımı taradıktan sonra dağınık bir topuz yapıp oturma odasına girdim.
Beni gören kedi koşarak bacaklarıma dolandığında sessizce kahkaha atarak onu kucağıma aldım. Tüylerini okşayıp öperken, ''ne kadar tatlısın sen acaba? Seni alarak son zamanlarda en doğru şeyi yaptım galiba.'' Diyerek onu kucağımdan indirdikten sonra montumu üzerime geçirip botlarımı ayağıma geçirip evden çıktım.
Doğanın kokusu ile gerinerek gülümsedikten sonra yerde erimeye durmuş karlarla birlikte ufak bir yürüyüş yapmaya karar verdim.
Hafif tempolu bir şekilde yürümeye başladıktan sonra ilerlerken cıvıldayan kuşlar, açık havanın verdiği o huzur ile gülüşüm dudaklarımdan gitmezken derin bir soluk verdim.
''Hare!'' Kafamı çevirdiğimde gördüğüm yüz ile gülüşüm dudaklarımdan giderken Murat yanlış anlamasın diye tebessüm ettim. ''Sabah yürüyüşü mü?'' Kafamı salladım. ''Evet. Sanırsam sende aynı şekilde.''
Serseri bir şekilde gülerek kafasını salladı. ''Beraber yürüyelim mi?''
''Olur,'' Yan yana yürümeye başladığımızda, ''kafen varmış.'' Dedi. Gülümsedim. ''Evet, var.'' Kafemi ve içindeki insanları çok seviyordum.
''İstanbul'a geldiğim bir vakitte uğrayacağım.''
Gülüşüm yüzümden silinmezken, ''olur, beklerim.'' Dedim.
Kafemi ilk günden özlemiştim, fakat beni burada tutan şey oradaki güzel anılarımdı. Evet, hayatımın en kötü acısını orada yaşamıştım ama bunun yerine güzel anılar eklemeyi, güçlü durmayı da başarmıştım.
Yaklaşık bir aya o pislik ile davamız vardı, kazanacaktım da. İnanıyordum. Her şeyin başı inanmak değil miydi zaten?
Derin bir nefes alarak gülümsemeye devam ettim. ''Kim bilir aklına ne geldi de bu kadar güzel gülüyorsun.'' Murat'ın sesiyle boğazımı temizledikten sonra ellerimi montumun cebine koyarak, ''oradaki hayatım.'' Dedim.
''Sen İstanbul'u gerçekten seviyorsun...'' Dedi inanamıyormuş gibi. ''Niye sevmeyeyim ki?''
Omuz silkti. ''Ne bileyim. İstanbul'da olan kimle konuşsam sevmez oraları. Gürültülü, kirli, insanı kötü, gibisinden bir sürü cümle sıralar bana.''
Alaylı bir gülüş ve soluk kaçtı dudaklarımdan. ''Gürültü...'' dedim ardından gelecek cümle için derin bir nefes alırken. ''Sen bir şeyi duymak istemediğinde ne yaparsın?''
''Kulaklık takar beni rahatlatacak bir müzik dinlerim. Veya, o kişiyi uyarırım.'' Güldüm. ''Ama orada uyarırsan da,'' o da güldü. ''Dayak yersin.''
Kafamı salladım. ''Aynen öyle. Kulaklığını takıp seni rahatlatacak müzikler dinlemelisin o anda. İnsanoğlu hep sinirli Murat. Bugün, yarın, hatta şimdi bile. Sen gidip o insanı nazikçe uyarsan bile o insan sinirliyse konuyu çok yanlış yerlere çekip seninle kavga edebilir. Dünya da kaç kişi o sinirden birbirini öldürüyor biliyor musun?''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mazinin Numarası
Ficção AdolescenteBu savaştı. Beni sevdiğini iddia edip beni oynadığı oyunla kendisine çekmeye çalışan Akalp ile benim savaşımdı. Bu savaş, Akalp ile Hare'nin savaşıydı.