Saatlerdir ellerim bağlı bekliyorum. Hava karanlık mı aydınlık mı bilmiyorum. Sadece bileklerim acıyordu ve burdan kurtulmak istiyordum. Buraya geldiğim için pişmandım. Yibo'nun yanında kalmalıydım.
Kapının açılmasıyla bütün dikkatimi oraya verdim. Sarı saçlı bi kadın bana doğru yaklaşıyordu. Üzerindeki siyah kürkü, topuklu ayakkabıları ve leopar desenli kıyafetleriyle dün bahsettikleri patronun bu olduğunu anladım. 'Leopar desenli kaşar mı olur?' diye kendi kendime düşünmeden edemedim.
Kadın bana fazlasıyla yaklaştı eliyle çenemden tutarak ona bakmamı sağladı.
Olabildiğince sert görünmeye çalışarak gözlerine bakmayı sürdürdüm.—Kızgın bakmaya çalışıyorsun bana fakat böyle bakınca içimden geçen tek şey sana zorla da olsa sahip olabilmek. Bu yüzden beni daha fazla tahrik etme ve bakışlarını değiştir işin sonu kötü bitebilir.
O, tuhaf bir kahkaha attı ve tam karşıma koyulan sandalyeye yerleşti.
—Ben önce kendimi tanıtayım.
Bunu dedikten sonra kafasını kaldırıp düşünürmüş gibi yaptı sonra bana döndü ve yüzündeki pis sırıtışla konuşmaya başladı tekrardan.
—Ben, Cho Waen . Kendimi sana daha iyi tanıtmam gerek değil mi?
Derin bir nefes aldı ve sandalyesinden kalktı. Sandalyeyi üst tarafından tutup dibime kadar çekerek getirdi ve tam karşıma oturdu. Ellerini dizlerinin üzerine dayadı ve sırıtarak tekrar konuşmaya başladı.
—Ben, Yibo'nun ve Lan Chang'ın çocukluk yıllarını ezbere bilirim. Lan Chang'i bilemem ama Yibo benim koynumda büyüdü. Benim yatağımda uyudu ve o her şeyiyle bana ait duruma geldi.
Şaşkınlıkla durup onun dediklerini dinlemeye devam ettim.
—Yibo benim sevgilimdi. O benim. O annesinin küçük meleği...
Gözlerimden akan göz yaşlarını umursamadan, çenemin titremesini yok saymaya çalışarak konuştum.
—Ona dokundun mu, tecavüz mü ettin ona?
—Aferin benim küçük Zhanime. Ne kadar akıllısın sen öyle.
Bunu söylerken eliyle yanağımı sıkıyordu ve çekiştiriyordu. Aklımda sadece şuan Yibo vardı. O,o çok zarar görmüştü. Ben bunu farketmedim çünkü çok sert bi görünüşü vardı. Ne yapmam gerektiğini düşünüyordum sadece. Ağlıyordum ve şuan burdan kurtulup karşımdaki kahpeyi sadece öldürmek istiyordu.
Adamlarına el işareti yaptı.
—Getirin peşimden şu eziği.
Ellerimi ve ayak bileklerimi çözdükten sonra beni sürüklemeye başladılar. Artık daha çok ağlıyordum ve o kadının bazı adamları bana bakıp acınası halime gülüyorlardı.
Her şey öylece elimden kayıp gidiyordu. Önce kuzenim sonra nişanlısı şimdi de sıra bendeydi galiba. Ölmek istiyordum ama aynı zamanda Yibo'yu yalnız bırakmak ta istemiyordum.
Beni ormana doğru sürüklediler. Ağaçların arasından bir yer göründü mezarlık gibi bir yerdi. İyice oraya yaklaşmaya başladık. Yirmiden fazla mezartaşı vardı. Üç mezar açık ve boştu. Ayrıca mezarların birinin yanında morgdan kaçırdıkları ceset vardı. Neler olabileceğini anladım. Beni cesedin yanına fırlattılar tam dibine düşmüştüm. Artık kokulara alışmıştım ama istemeden yüzümü buruşturdum.
O kadının adamları fazla beklemedi ve ağacın dibindeki kazmaları aldılar. Tam dibimde duran cesedi mezar boşluğuna ittiler. Çıkan düşme sesiyle gözlerimi kapattım. Vakit kaybetmeden toprakla örtmeye başladılar üzerini. Gözlerim toprak ve tozdan dolayı acıyordu.
O kadın adamlarının birine doğru elini uzattı. Adam belinden bir tabanca çıkarttı ve o kadına doğru uzattı. Kadın tabancayı aline aldı ve tam bana doğrulttu. Gözlerimi kapattım ve ağlamaya devam ettim. Gözlerimi kapatınca gözümün önüne Yibo geldi ve ağlamam daha çok şiddetlendi kendimi tutmakta zorlanıyordum. Bağırmak istiyordum ama felç olmuş gibiydim. Sadece aklımda ve gözlerimin önünde duran Yibo 'ya odaklandım. Dediğim gibi felç olmuş gibiydim.
~~~~~~~
Sınavlarımdan dolayı biraz geciktim. Özür dilerim. Umarım beğenerek okursunuz. 👋👋
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIK (YİZHAN)
FanfictionBir doktorun ve bir polisin iki valiz dolusu ceset parçaları sayesinde bir araya gelmesiyle oldu olanlar...