"Ali ne demek bizimle değil ya nerede bu çocuk o zaman? Dün gece ikiden beri ortada yok, telefonu da kapalı. Delireyim diye yapıyor sanki!"
"Abi senin sevgilin değil mi bana niye soruyorsun? Ayrıca gece ikide neden çıktı ki evden amk?"
"Tartıştık biraz"
Ali bir süre sessiz kaldı. Sonra yavaşça sordu. "Ne kadar biraz?"
"Evden çıkarken ben artık yokum diyeceği kadar." dedi ve telefonu kulağından birazcık uzaklaştırdı Hürkan. Tam tahmin ettiği gibi Ali'nin sesi yükseldi.
"Lan gerizekalı! Öyle desene o zaman, bende neden bana soruyor diye düşünüyorum. Bir de biraz diyor ya. Emre'nin öyle bir şey söylemesi için cidden sinirlenmiş olması lazım."
"Tamam sonra azarlarsın beni. Şimdi bir arasanıza belki size cevap verir."
Ali telefonun diğer tarafında gözlerini devirdi. Arkadaşları bazen çok salak olabiliyordu.
"Ya Hürkan, sen sorunlu musun abi? Kapalı telefondan benim aradığımı nasıl görecek delirtme beni!"
"Of ne yapayım Ali sen söyle! Delirdim diyorum ya, gidebileceği her yere baktım! Bu-la-mı-yo-rum!"
"Ekibin hepsini aradın değil mi? Mutlaka birinin yanındadır abi."
"Herkesi aradım. Kaan, Mert, Vodka, Manyak, diğer Mert, Umut zaten senin yanında. Emir'e bile sordum lan adam Kanada'da!"
"Ömer?"
Hürkan duraksadı. "Ömer mi?"
"Oğlum mal mısın? Ömer'e sormadın mı?"
"Ne işi var onun yanında aq? Yakın bile değiller ki, bu kadar sinirlendiği bir zamanda neden onun yanına gitsin çok saçma."
"Hürkan sen son zamanlarda Emre'yi biraz boşlamış olabilir misin abi? Çünkü birkaç aydır Ömer'le sık sık görüşüyorlardı. Bayağı da iyi anlaşıyorlar."
Hürkan düşündü. Emre'yi Ömer'den bahsederken duymamıştı hiç. Gerçi son zamanlarda Emre'yi herhangi bir şeyden bahsederken duyduğunu da hatırlamıyordu. En son konuşmalarını hatırlamaya çalıştı. Emre'yi cidden dikkatini vererek en son bir video çekerken dinlemişti.
"Ali... Ben büyük sıçtım bu defa sanırım."
Derin bir iç geçirdi Ali. "Günaydın kardeşim. Günaydın."
Hürkan o sırada arkadan gelen arama sesiyle irkildi. Ali'ye onu daha sonra arayacağını söyleyip hızla kayıtlı olmayan numaranın aramasını yanıtladı.
"Efendim?"
"Hürkan Gügen'le mi görüşüyorum?"
"Evet, benim. Buyurun?"
"Hürkan Bey dün gece saat beş sularında meydana gelen bir kaza sonucu Emre Karaaslan hastanemize getirildi. Yakını olarak siz kayıtlı gözüküyorsunuz doğru mudur?"
Kaza ve hastane kelimelerinden sonra kulakları uğuldamaya başlamış olan Hürkan bir elini duvara yaslayarak destek aldı.
"K-kaza mı? Durumu ne?"
"Şu an yoğun bakımda kendisi. Ameliyatı uzun sürdü. Hayati tehlikesi geçmiş sayılmasa da durumu stabil."
Hayati tehlike... Ne kadar kolay çıkıyordu ağzından. Hürkan'a kalbinin sökülme olasılığını anlatırken önemsiz bir şeyden bahsediyormuş gibi sakindi sesi.
"Ben hemen geliyorum. Hangi hastane?"
Adresi aldıktan sonra Ali'yi aradı tekrar. Elleri o kadar çok titriyordu ki bu işlem üç dakika sürmüştü.
"Ne oldu buldun mu kaçağı?"
"Ali..."
"Hürkan? Oğlum sesin titriyor aq ne oldu?"
"Hastaneden aradılar. E-emre dün gece kaza yapmış. Yoğun bakımdaymış Ali." sesi çatladı. Ne kadar zordu bu haberi vermek. Onu arayan kadının sergilediği sakinlik için çok kez pratik yapmış olması gerektiğini düşündü anlamsız bir şekilde. Sanki beyni sevgilisinin durumunu düşünmemesi için başka küçük ayrıntılara odaklanıyordu.
"Ne diyorsun oğlum sen?! Hangi hastane, adres ver hemen çıkıyoruz biz."
Hürkan hızlıca Ali'ye adresi mesaj olarak attı, diğerlerine haber verme işini de ona bırakarak hızla hazırlanıp evden çıktı. Gözyaşları görüşünü engelliyordu ama duramazdı. Sevdiği adam bir hastane yatağında yalnız başına yatarken nasıl duracaktı ki? Titreyen elleriyle navigasyona hastanenin adresini girdi ve yola çıktı. İçinden sürekli tekrarlıyordu. 'Beni onsuzlukla sınama Tanrım.'