Selamlar. Bu yazar kırgın, yazdığı duyguların farklı versiyonlarının içine düşmüş. Bu hikayeyi çok seviyorum ve hak ettiği biçimde yazmak istiyorum. O yüzden de baştan savma bölümler atmak gelmiyor içimden. Beklentinin farkında olduğum için yazmakta olduğum bölümü ikiye böldüm. Çok uzun olmayan, özür babında bir bölüm bu. Umarım beğenirsiniz. Yorumlarınız kıymetli. Kim ne derse desin, siz de kıymetlisiniz. Bunu unutmayın.
"Bugün hayal kursam, yarın hayal kırıklarının parçalarını topluyorum." demiş Oğuz Atay. İnsanız, hayal kurmak bir nevi yaşama sebebimiz. Her gün nefes alacak bir sebep arıyoruz, bir sabaha daha uyanmak için uğraşıyoruz. Bazen o günü de vazgeçmeden bitirmek oluyor tek amacımız. O gün de uykuya, uyanma niyetiyle dalmak. Hayal kuruyoruz, çünkü başka türlü yaşamayı bilmiyoruz. Hayal kuruyoruz ama hayallerimiz hep avuçlarımızda parçalanıyor. Onlarla, onlar için kanıyoruz.
Emre önünde durduğu pencereden sigarasının külünü silkelerken avuçlarındaki bu kanı hissedebiliyordu. Nasıl da kırılmıştı hayalleri ellerinde. Söylemişti Hürkan ona, anlamazlar demişti. Ama o dinlemek, inanmak istememişti. Şimdi sevgilisi üst katta ailesiyle konuşurken kendisi çalan telefonunu inatla görmemezlikten geliyordu. Gücü çekilmiş gibi hissediyordu. Bir kişiden daha o yadırgayan, kınayan tonu duymaya hali yoktu. Ne olacaktı şimdi? Geri alabilse alır mıydı her şeyi?
'Hayır' diye düşündü. 'Almazdım. Benim hayal kırıklığım kendime karşı değil ki. Benim hayal kırıklığım bu düzene, bu insanlara, bu dünyaya karşı. Aşkıma karşı değil.' Öyle ya, onlar yanlış bir şey yapmamıştı. Sevmişlerdi sadece. İki insanın birbirini sevmesi neden bu kadar sorun olurdu ki? İki ruhun birbirine duyduğu bu kuvvetli çekim hiç alakasız insanları neden bu kadar ilgilendiriyordu?
"Emre?"
Emre göreceklerinden korksa da dönüp Hürkan'ın yüzüne baktı. Beklemediği şey sevgilisinin yüzünden geçen ani endişe dalgasıydı. Hürkan iki büyük adımla yanına gelip göğsüne çekti onu.
"Ağlama. Nolursun ağlama, seni bu halde görmek okuduğum, duyduğum her şeyden daha çok acıtıyor canımı. Bana öyle dolu gözlerle bakma Emre."
Esmer çocuk bunları duyana kadar farkına bile varmadığı gözyaşları karşısında güçsüzdü. Ellerini Hürkan'ın kazağının arkasında yumruk yapıp yüzünü sevgilisinin omzuna bastırdı. Bir yandan da sayıklıyordu.
"Özür dilerim. Özür dilerim, çok özür dilerim."
"Şşş. Emre bak bakayım bana."
Uzun boylu çocuk omzuna saklanmış yüzü nazikçe kaldırdı. Son zamanlarda mutlulukla parlamalarına hasret kaldığı kahverengi gözler yine hüzne bulanmıştı.
"Senin özür dileyeceğin hiçbir şey yok. Benim de yok. Biz yanlış bir şey yapmıyoruz. Ayrıca, seni sevdiğim için asla özür dilemem Emre. Kimseden dilemem anlıyor musun?"
"Evet ama seni dinleseydim eğer-"
"Saklanmaya devam edecektik. Şu an mesaj kutumuza hakaret yağdıran insanları eğlendirmeye devam edecektik Emre. Bunu neden yapalım ki? Biliyorum bu konudaki tereddütlerinin en büyük sebebi benim. Ama biz doğru olanı yaptık. Özgürlüğü seçtik. Bunu bana sen öğrettin sevgilim."
Emre başını aşağı yukarı sallayıp tekrar sevgilisinin omzuna yasladı. Çok garip geliyordu. Bu zamana kadar yanında olmuş, onu desteklemiş insanların anlamsız nefretleri yüzünden bambaşka birilerine dönüşmesi garipti. Üstelik ortada bir değişim de yoktu. Emre Hürkanı üç yıl önce de seviyordu, üç ay önce de, üç gün önce de. İnsanlar yeni öğrendi diye sevgileri de yeni değildi ki. Emre de Hürkan da hala üç yıl, üç ay, üç gün önceki adamlardı.
"Neden herkes kendi işine bakamıyor ki?" diye söylendi esmer çocuk.
"Çünkü sevgilim, tahammülleri yok. Kendileri dışında hiç kimseye, kendi fikirleri dışında hiçbir fikre tahammülleri yok."
İçinde bulundukları sakin anı bölen Emrenin belki de ellinci kez çalan telefonuydu. Kimin aradığını biliyordu. Karşılaşacağı tavrı biliyordu. Ne yazık ki ertelemeye çalışmanın bir manası olmadığını da biliyordu. Hürkana hafifçe gülümseyip telefonu eline aldı ve aramayı cevapladı.
"Efendim?"
"Lan sen benim başıma bela mısın?! Hiç bitmeyecek misin sen? Ne bok yemeye yaydın rezilliğini?!"
"Baba-"
"Baba deme bana! Benim senin gibi ibne oğlum yok! Bana bak, bu sonuncuydu. Adımızı, sanımızı, numaramızı, adresimizi neyimiz varsa hepsini unutacaksın. Bundan sonra ne sen bizi tanıyorsun, ne biz seni tanıyoruz. Anladın mı lan?!"
Emre dolan gözlerini sertçe silip güldü.
"Tanırken ne yararını gördüm ki? Oğlunken ne yararını gördüm?! Bir adın vardı, o da olmaz olsun. Hadi eyvallah."
Telefonu kapatıp hırsla fırlattı esmer çocuk. Öfkesi içine sığmayınca biraz rahatlama için duvara bir yumruk savurdu. Hürkan odanın karşısından gelip onu kollarına alana kadar sağ elinin üstü kan içinde kalmıştı bile. Uzun boylu çocuk soru sormadı. Niye demedi, dur demedi. Sadece sevdiği adamla birlikte o duvarın dibine çöküp ağladı. Onun için, kendi için, aşklarının o gün kaybolan masumiyeti için, ikisinin de içinde ölen şeyler için. Bazı umutlar, bazı yaşanmışlıklar ve bazı kabullenmişlikler için.