Otağda oturduğumuz taraftın sağ uç kısmında yanan ateşin ısısı bizi sıcak hissettirirken, odunların çıtırtısı sessizliği bozuyordu.
Karşımda ve yanımda oturan erkeklerin ciddi sessizliği ile ben de konuşmuyordum. Abdül Bey yani amcamın gözleri bana değiyor ve ardından tebessüm ediyordu. Ben de mahcup olmasın diye bana yabancı olan amcaya gülümsüyordum. Sessizliği en sonunda bozan Abdül Bey oldu.
"Nasıl oldu da havsalanı yitirdi kızım?"
Yüzüme soğukluk inerken yanımdaki adamın varlığından tedirgin oldum. Bir şey hissettirmemeye dikkat kesildim.
"Toy gecesi başını taşa çarpmış. Üzerindeki kıyafet uzun olduğu için böyle bir kazaya sebep oldu."
Ciddi ifadesi ve karşıdaki adamdan bir an bile gözlerini ayırmadan cevap veren Mirza'yı yandan izledim. Gözlerini bir an olsun karşısında amcadan çekmiyordu. Sözlerinin keskinliği nasıl bir meydan okuma ise gözleri de aynı şekilde meydan okuyordu.
Göz temaslarından rahatsız olan ben için bu durum işkence gibi gelirken ikide bir gözlerini bana çeviren Abdül Bey'in de aynı rahatsızlığı duyduğunu anladım.
"Ne zaman geçer bu durum?"
Bana yöneltilen soruya cevap vermek için ağzımı açmıştım ki Mirza, "Belli değil. Ama hatırlayacak."
Yanımda oturan adama başımı çevirip bakarken onun da başı bana doğru çevrildi. Sinirli ve gergindi. Karşımdaki amcaya kurduğu göz baskısını üzerimde kurmasın diye başımı öne çevirdim.
Dışarıdan içeriye gelmek için destur istenince Abdül amca cevap verdi. Tahta kapılar açılınca içeriye Abdül Bey'in yanın da gördüğüm eşi Saka Hatun girdi. Ardından etin suyunda pişmiş bazı baharatlarla harmanlanmış pirinç ve kuzu etinin kokusu girip midemde şölen oluşturdu. Beni mest eden kokuyu tekrar solumak için nefes almıştım ki karnımın gurultusu ile nefesim yarım kaldı. Ellerim kimseyi fark ettirmeden karnımı bulurken Abdül Bey eşi ile konuşması beni rahatlatmıştı. Gelen yemeğe bakmak için sol tarafımı dönmüştüm ki bana yandan bakan Mirza ile karşılaştım. Hesapta onun karnımın gurultusunu duyması yoktu. Ona aldırış etmediğimi hissettirerek gözüm masaya konulan yemeğe çevirdim.
Demir taslara koyulan ayranlar teker teker hepimizin önüne uzatıldıktan sonra ekmekler uzatılmıştı.
"Buyurasınız."
Ellerini açarak önümüzde sofrayı gösteren Abdül Bey'e başımı sallayıp ayrana uzanmıştım ki tuttuğum tasın üzerine fazladan el dahil olmuştu. Elimin üzerindeki ele ondan sonra yakımda duran adama:
"Ne yapıyorsun?" diye kısık sesle sordum.
Havada tuttuğum tas onun baskısı ile yere kondu. Gözleri bana dönünce, tası bırakmam gerektiğini anladım. Aç olan midem bu duruma sinirlense de gergin olan katilimi deli etmemek için sözüne uydum.
Tası bıraktım. Elim onun eline sığınmış bir şekilde geriye kalkarken hem elinin varlığı hem de omuzumdan koluma değen teması son bulmuştu.
Karşımdaki amca ve yenge bu duruma kaşlarını çatarak cevap oluştururken Mirza, "Önce siz buyurasınız."
Bu duruma sinirlenen Abdül Bey, "Bu yaptığın ne densizliktir!" diye hiddetlendi.
Aradaki ikilinin kavgası yüzünden olan yemeğe olacağı için karaları bağlasam yeriydi.
"Evlenmeden önce tavırlarına sabrettim. Şimdi ise benim otağımda benim kızımı öldüreceğimi düşünecek kadar hadsizlik edeceğini bilmezdim!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruh Bağı
General FictionGözlerime kapkara bir sis indi. Ayak uçlarıma gelen okla irkilirken, hemen okun bir adım gerisinde bir çift ayak belirdi. Gözlerim, tedirgin bir şekilde ayakların sahibine baktı. Sis kalktı, gökyüzü mutlu bir ezgi gibi parıldadı. Ta ki onun gözler...