6.Bölüm: hasretin pençesinde

110 19 18
                                    

6.BÖLÜM: "HASRETİN PENÇESİNDE"

Aradan geçen gözyaşı dolu tam bir ay.

Bu kadar süredir ne vurulan yahudi adamın öldüğüyle ilgili bir habere ulaştım ne de Ferhan Mert'e... Hep onun geleceği günü bekliyordum. Deliler gibiydim. Gözüm daima yollarda, aklım sürekli ondaydı.

Ama gelmiyordu, ağlatıyordu beni. Hasretin pençelerinde can çekiştiriyordu yokluğuyla. Yoktu..

Son günlerde sık sık hasta yüreğime dizilen acı gerçek vardı: ya o adam ölmüşse... Polislere Richard denilen adamın durumunu sorduğumda bana komada diyorlardı. Her an ölebilir ancak bir aydır nefes alıyor ve Ferhan Mert hâlâ bir katil değil. Olmayacak inşaAllah.

Otel odasındaki o konuşmalar beynimin içinde durmak bilmeden yankılanıyordu. Korkunç bir durumdu bu ve korkunç durumum hiç geçmiyordu. Anladığım kadarıyla Ferhan Mert bir hataya bulaşmıştı ve sonra ise bundan yüz çevirmişti!

Teşkilat dedikleri o şey... Ödenecek bedel, hata, adamlar, silah ve hemşirenin söyledikleri... Kızgın demirle dağlıyordu içimi bu kelimeler. Ruhuma verilen zehir gibiydi cümleler; geçen her an biraz daha ölüyordum.

Üstünü örtmek en basit çıkış noktasıydı. Ne var ki yapılması bir hayli zordu. O beyin, bildiklerinin üzerine kolay kolay toprak attırmıyordu.

Kızın hastanene de bana dedikleri kafamı kurcaladı ilk günlerde. Cidden inanmaya başladım. Belki gerçekten karanlık bir adamdı. Belki gerçekten bir takım yasa dışı şeyler yapmıştı. Ama her ne olursa olsun sonradan pişman olmuştu ki bu adamlar onun peşindeydi. Her insan ikinci şansı hakederdi ancak hatasının bedeli de ödetilirdi. Ferhan Mert'te şu an tam o bedeli ödüyordu. Tek farkla ki bana da ödeterek. Düşünüyordum: bu hikayede her hatadan habersizken benim günahım neydi?

Tüm bunların kabullenilmesi zordu elbet. Hiçbir şey bilmezken, tek tük bildiklerimle hüküm de veremiyordum! Beynim yanıyordu ve ben her geçen gün bir şeyleri anlamaya çalıştıkça daha da kafayı yiyiyordum.

Polise verdiğim ifadede söylememi istediği şeyleri söyleyince, olayın aslı anlaşılıncaya kadar beni nezarette misafir etmişlerdi. Sanırım sonra silahın üzerinde parmak izleri sonucu çıktığında gerçek suçlunun kim olduğu anlaşılmış ve onun kaçmasıyla alakam olup olmadığı bu defa sual edilmişti. Bilmiyorum, diyordum. Her şeyi olabildiğince inkar ediyordum. Nihayet suçsuz olduğum, gerçekten bir şey bilmediğim anlaşıldı ve bu cinayetten tamamen sıyrıldım.

Şimdi; Kasabam'dayım. Benim için o şehir bitti artık. İstanbul şimdi yalnızca anılarımla beraber içimde saklanacak.

Buradayım, evet.

Doğduğum güne, çocukluğuma, gençliğime şahit olan o topraklardayım. Fakat nedense yirmi iki senemi neşeyle, sevinçle geçirdiğim Kasaba hapishane kadar bunaltıcı, boğucu. Tepelerde, bayırlarda, ovalarda koşturduğum o yerlerin hepsi gözümde simsiyah. Ne gökyüzünün mavisi kaldı, ne çimenlerin yeşili, ne ağaçların dallarından sarkan bol bol meyvelerin renkleri...

Burada herkes eşimin alçak, hain ve kaçak olduğunu konuşuyor. Beni ona verdiği için babama kızıyorlar. Tüm bunlardan onlara neydi bilmiyordum ama durmak bilmiyor kimse. Onları ne dinleyecek takâdim var, ne de dediklerini anlayacak kadar boş kafam.

Her gün neredeyse sıkıntıdan başım ağrıyordu. Gün yüzündeki dedikodular yavaşça yayılıyor bize de ulaşıp duruluyordu. Lakin arkamızdan konuşup duranlar daha fazlaydı ve onlar en tehlikelileriydi!

İnsanlar temelli çirkinleşmişti; dünya gibi... Gerçi dünyayı kirleten de kendisi değildi ya, başkalarıyla pisleniyordu! Evren tuhaftı, insanlar garip, yaşam acayip, hayat zor ve ben yalnız... Herkes olsa da yanımda o olmayınca yalnız hisseden tarafım susmak bilmiyordu günler, geceler boyu. Hep bir yanım eksik kalıyordu. Bir yanım buruk, bir yanım mahzun... Geceleri ağlamamdan ötürü gözlerim gündüze hep şiş olarak uyanırdı.

Çiçekler Kararır Mı? Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin