21.BÖLÜM: "GÜNEŞ YESİN SENİ"
Derin bir nefes aldı ve iğrenç kahveyi bir yudumda kafasına dikti. Bitirdikten sonra eliyle ağzını kapayarak bana manidar manidar bakıp gülümsedi. Şaşkınlıktan ağzım bir karış açık kalmıştı. Eğer kendimi tutmamasaydım tam o an gidip kahvenin telviyesini tadıp hazırladığımız mozaik kahve olup olmadığına bakacaktım.
Öksürmeye başladığında telaşlandım. "Ah ne yaptınız çocuğa." dedi babam. Ahsen kıkırdamalarına devam ederken ben su uzattım müstakbel sözlüme: "İyi misin, iç istersen?"
"Sorun yok."
Normal davranmaya çalıştı fakat buna çok dayanamadı ve sonunda lavobanın yerini sordu. Tarif edince müsaade isteyerek kalkıp gitti ama bence kusmaya gitmişti. Vakit kaybetmeden boş fincanları toplayıp mutfağa geçtim. Onun kahvesinin arta kalanından çay kaşığı ile tattım fakat üç saniye bile geçmeden ani bir böğürmeyle kustum.
Annemler yanıma gelip biraz şeftali suyu içirince midem biraz olsun rahatlamıştı. Onu düşünemiyordum. Bu durum hem garip hissetmem hem de gökyüzüne kanatlanmam için oldukça büyük bir sebepti.
Artık gideceklerdi. Çıkmadan önce karışıklıktan yararlanarak bana doğru sessizce fısıldadı:
"Rahatsızlanmışsın. Niye içtin ondan?"
"İnanamadım ne yapayım," dedim gülerek: "Nasıl miden kaldırdı o pis şeyi."
Güldü benim gibi ve kalbimi hastahanelik edecek cümleleri bir bir sıraladı: "Zehir getir, uğruna onu da içeyim."
Bir kuş olup yükseklere kanatlanmıştım sanki... Yanaklarım ateş gibi yanıp tutuşmuştu. Onlar gidene kadar kendime gelemedim. Gittiklerinde hiçbir işe dokunmadan derhal odama geçip baştan sara sara ilk tanışmamızdan o zamana kadar olan her anıyı çıldırmış gibi düşünmeye başladım.
Gözlerimi kapayıp sağa dönüyordum, karşımda o oluyordu. Sola dönüyordum, tekrar o. Yüzüme bakarken parlayan, gülünce kısılan bulutsuz günlerin gökyüzü rengi olan gözleri şu karanlık geceye fener oluyordu sanki.
Nihayet uykunun haram olduğunu anladığımda kendimi bırakıp aklımın ona kaçmasına müsaade ettim. Nedense artık onu düşünmekten de gocunmayı bırakmıştım. Yüzüne her seferinden daha çok ve daha dikkatli bakmıştım bu kez.
Suratı şaşılacak kadar biçimliydi. Yüzünde topaç gibi duran küçücük burnu vardı. Kaşları yay şeklindeydi ve kısmen kalındı. Mavi rengi zaten biliyorsun Çam fakat gözlerinin ne denli iri olduğunu ve kirpiklerinin uzun ve kusursuz kıvrıklığının bile buna gölge düşürmediğini biliyor muydun?
Sakalları çok uzun değildi. Saçları gürdü ve uçları kıvır kıvırdı, uzunluğu kulaklarında bitiyordu.
Şaşkın şaşkın yattığım yerden yüzünün her santimini hayal ederken farkında olmadan kalbime yüz veriyordum. Ah hayır! O benim sözlümdü artık elbette tipini bilmeliydim.
Seni dinlemeyeceğim, kalbim! Aşık değilim ben!
*
Sabah ezanıyla babam herkesi teker teker uyandırdı. Kendini camiye gitti, bizde evde kıldık. Seher vaktinden sonra yatmak isteyen yattı, ibadet etmek isteyen de salonun bir köşesine geçti. Annemler az sonra gidince ben okuduğum Kur'an ile baş başa kaldım.
"Allah'ım," dedim: "Nasıl bir yola girdiğimi bilmiyorum ama bu evlilikte beni pişman etme."
Dış kapının açılma sesiyle babamı karşılamak için ayağa kalktım. Beni beyaz örtüye sarılmış elimde Kur'an ile görünce gülümsedi: "Uyumadın mı daha?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çiçekler Kararır Mı?
SpiritualBu, ayrılığın yoruculuğunda güçlenen bir aşkın hikayesi.