8.Bölüm: bir top meselesi

62 11 9
                                    

8.BÖLÜM: "BİR TOP MESELESİ"

O kişi görüş alanıma girdiğinden beridir ne yapmam gerektiğini kestiremiyordum. Çocuklar benim yüzme bakıyorlardı. Bense suçlulukla mağdur ettiğim o insana. Tahminimce yirmili yaşlarının ortalarındaydı. Yerdeki büyük bir taşa oturmuştu. Eli başındaydı ve kafası önüne eğikti. Hiç kıpırdamıyordu ve bu beni asıl tedirgin eden etkendi. Ölmüş olabilir miydi? Ciddi ciddi bunu düşünmekten alamadım kendimi. Sonra buna gülmem geldi, bastırdım birbirine dudaklarımı. İyice cıvıtmıştım.

"Neyi var sence ablacım?" dedim hemen yanı başımda duran Enes'e. Diken üstünde kalmak tam olarak buna deniyordu sanırım. Adama bir şey olduğundan ya da olmasından veya beni terslemesinden tedirgindin.

Vaziyeti kötüymüş gibi sessizce: "Geldiğimizden beridir böyleydi. Hiç kıpırdamadı." dedi.

"Bayılmış olmasın?" diye sordum dudaklarımı dişlerken. Bunun olanaksız olduğunu biliyordum yine de sordum işte. Belki de orada o halde duruşunun sebebi yalnızca sakinleşmekti.

Güldü Enes. "Bence sana ne gibi işkenceler yapabilirim düşüncesinde Esme abla."

"Siz de yardım edersiniz ona."

"Yok severim seni ben. Senin tarafını tutarız bizim tayfayla birlikte, merak etme."

Yorgun bir bakışla baktım ona. "Çok ferahladım, sağ ol Enes."

Çocuklardan birkaçı yavaşça ayrılmaya başladılar yanımızdan. Haberi kim bilir, kimlere uçuracaklardı. Geriye sadece Emre, Enes ve Ahmet kaldı. Vefalı çocuklardı nede olsa. Esme ablaları ölürken onu yalnız bırakmaya içleri el vermedi tabii.

Artık vakti geldiğini anladığımda kazazedeye doğru yeterince yaklaşınca eğildim.

"İyi misiniz?" Sesim, berbat bir kırışıklıktaydı. "Şey, ben..." Devamında ne diyeceğimi belirleyemedim. İçimde öyle suçluluk duygusu yoğunluktaydı ki, yerin dibine girmeme çok az kalmıştı.

"Şey sen..." Sinirle kaldırdı başını ve öfkeyle baktı gözlerime. Sonra çok garip bir şey oldu ve gözlerindeki ifade usulca sönüp normale döndü. Hemen aldı bakışlarını üzerimden. Dizlerini asfaltsan kaldırıp üzerini silkeledi. Başını hafifçe sallıyordu: "Kafamı güzel benzettin sen!"

"Ben üzgünüm."

"Tabi, buna eminim."

"Şey aslında,"

Şey aslında ney? Bu kadar sığ bu kadar berbat hitabeti olan bir kız değildim ben. Dilim, kes şu tutukluğunu.

Terlediğimi hissettim. Ahmet'e kaydı gözlerim ve bana işaretle daha sağlıklı bir şeyler söylememi anlattı. Zeki çocuk. Çekinerek baş parmağımı ısırdım. Ardından yutkundum. Sonra nefes aldım ve cesaretimi sabitleyip tek nefeste konuştum: "Özür dilerim. Eğer ciddi bir şeyiniz varsa sağlıkocağına gidebileceğimizi biliyorsunuzdur."

Eliyle başını sıvazladı. "Sağlık ocağı?" Güldü seslice: "O kadar hasar yok merak etme ve özrünü kabul etmeyi düşüneceğim."

"Hı?"

"Düşüneceğim diyorum. Çizdiğin karizmam tek bir özürle telafi olmaz."

Bir şey farkettim bu adamda. Ukala birine beziyordu ama konuşurken göz teması kurmuyordu. Yutkunarak bakışlarını gözlerimden alıyordu her seferinde. O an anladım ben de bakarken sınırlarımı aştığımı. Elim ayağım karıştı birbirine. Ellerimi nereye koyacağımı şaşırdım ve en sonunda edeple önümde kavuşturdum. Edep? Şu duruma düşürdüğüm birine karşı ne kadar edepliydim, o da tartışılırdı tabii.

Çiçekler Kararır Mı? Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin