Doruk beni uyumam için bırakıp odadan ayrıldıktan sonra bir türlü uyuyamamıştım. Bilgisayarımı açıp sabaha kadar çift kişilikle ilgili araştırma yapmıştım ve her ne kadar ilginç bilgilerle karşılaşsam da hala sıfıra sıfır elde var sıfır gibi hissetmekten kendimi alamıyordum.
Çünkü Doruk'un durumu okuduğum hiçbir şeye tam olarak benzemiyordu. Ya da ben onu gözümde ayrı bir yere koyduğum için benzetemiyordum. Gerçekten hiçbir fikrim yoktu.
Saat kaçtı bilmiyorum ama bir ara bilgisayarın başında uyuyakalmıştım, gözlerimi açtığımda saat 5i gösteriyordu. Sabah ezanının sesi gecenin sessizliğine karışırken güç bela yerimden kalktım ve bilgisayarı masanın üzerine bıraktım. Artık nasıl uyuduysam boynum tutulmuştu.
Gözlerimi ovuştururken kuruyan dudaklarımı yaladım. Çok fena susamıştım.
Esneyerek kapıyı açıp koridora çıktığımda salondan gelen sesle irkildim. Doruk gitmemiş miydi acaba?
Ağır adımlarla ana salona doğru yürüdüğümde kum torbasıyla antrenman yaptığını gördüm. Geldiğimi fark etmiş miydi bilmiyordum ama yine de sessiz kalmaya devam ediyordum.
İşin garip tarafı salonun ışığı kapalıydı ve karanlıkta çalışıyordu. İçeriye düşen tek ışık koridordan süzülen ışıktı ve dürüst olmak gerekirse biraz ürperticiydi.
Kapının sağındaki duvara yaslanıp sessizce onu izlemeye devam ettim. Hareketleri o kadar hızlıydı ki. Neredeyse hiç düşünmeden hareket ediyordu. Kum torbasını bile bu denli ciddiye alması ayrıca ürkütücüydü kabul.
O kadar konsantreydi ki sessizce odama dönmeye karar verdim. Tam koridora adım atmıştım ki "nereye gidiyorsun?" dediğini duydum ve olduğum yerde kalakaldım. Tereddütle başımı çevirdiğimde kum torbasını bırakmış, bakışlarını bana çevirmişti.
"Uyku tutmadı" dedim yalan söyleyerek. "Salondan ses duyunca tedirgin oldum, sen misin diye emin olmak istedim" diye devam ettim. En azından ikinci kısmı doğruydu söylediğimin.
"Şuradaki dolaptan eldiven al, yanıma gel. Bakalım son durumun ne"
Gözümden uyku akmasına rağmen anlamadığım bir şekilde itiraz edemedim. Sesinde garip, ürpertici bir tını vardı çünkü.
Söylediği gibi dolaptan elime uygun eldivenleri aldığımda ufak bir hamleyle sağ tarafa yürüdüm ve salonun ışığına uzandım.
"Dur" dedi aniden. Tepkisi anlamsız gelse de robot gibi komutunu dinlemiştim. Dediğim gibi üzerimde bir ürperti vardı.
"Işığı açarsak dikkatim dağılabilir. Karanlıkta çalışmayı seviyorum" diye açıklama yaptı ama sesinin tınısı hala bir garipti.
"Anladım.." dedim tereddütlü bir şekilde. "Ama o zaman ben göremem ki"
Ben yavaş yavaş ona doğru yürürken omuz silkti. "İyi ya sana da fırsat. Olur da bir gün kendini karanlık bir yerde savunmak zorunda kalırsan."
Hayır, kesinlikle yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Kararsız adımlarla ona doğru yürüdüğümde salonun karanlığında parlayan mavi gözleri beni delip geçiyordu.
"Gardını al" dedi dümdüz bir sesle. Dikkatlice ellerimi kaldırdım ama içten içe korkuyordun. Sanırım tüm gece yaptığım araştırma bilinçaltıma işlemişti.
"Sen iyi misin?" dedim ama cevap olarak sert bir yumruk geldi. Allahtan gardımı sıkı tutmuştum da güç bela savuşturdum onu ve gergin bir şekilde kendimi geri attım.
"İyi" dedi aynı düz sesle. "Hiç de fena değil"
Çok kısa bir an nefesim kesilir gibi oldu. Kalp atışlarım hızını artırırken hissettiklerimin sebebi Doruk'tan gelen bir darbe değildi. Aksine, çok ama çok önemli bir detayı atladığımı fark etmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Doruk Sinangil
General Fiction"Kitaplar başka kitaplardan söz ederler ve her öykü daha önce anlatılmış bir öyküyü anlatır." O sadece Sinangil ailesinin tek oğlu değil, aynı zamanda öfke problemi olan amatör bir boksör. Herkesin gözünde büyüttüğü, kendi içinde bir o kadar sade b...