"Doktora gitmemize gerek yok" dediğimde çoktan arabaya binmiştik bile. İlk müdahaleden sonra Özge eve dönmüştü ama iyi olduğuma Doruk'u bir türlü ikna edememiştim. Gerçi iyi miydim onu da bilmiyordum. Bacaklarım acıdan sızlıyordu. Kolay değildi, kocaman çaydanlık dökülmüştü üstüme.
"Gerek var Naz" dedi ciddi bir şekilde. Bakışlarını yoldan ayırmamıştı. Hafifçe nefesimi dışarı verdim ve ben de yolu izlemeye başladım. Kafamı başka şeylerle oyalayıp bacaklarımdaki acıyı unutmaya çalışmakta fayda vardı.
Yaklaşık yirmi dakika sonra durduğumuzda özel bir hastanenin önüne gelmiştik. Ona yük olmaktan nefret ediyordum ama itiraz edersem sinirleneceğine emindim.
Elimden geldiğince hızlı olmaya çalışarak arabadan indim ve yavaş adımlarla merdivene yöneldim. Doruk da arabayı kilitleyip hızlıca bana yetişti.
"Yavaş, acele etme" dediğinde bir yandan da nasıl olduğumu anlamaya çalışıyordu. Bense oscarlık bir performans sergileyerek "sorun yok" diye mırıldandım ve zorla da olsa gülümsedim. Ama her adımda bacağıma yapışan eşofman canımı fazlasıyla yakıyordu.
İçeri girdiğimizde paltomu çıkarıp Doruk'un danışmadaki kadınla konuşmasını izledim. Çok geçmeden 'acil' yazılı kapıdan bir doktor geldi ve bizi içeri aldı. Yılbaşı dolayısıyla resmi tatil olduğundan etrafta kimsecikler yoktu.
Doktor Doruk'un görüşünü kapatacak şekilde perdeyi çekti ve ilgili bir şekilde eşofmanımı sıyırmamı bekledi.
"Tam olarak ne oldu?" diye sorduğunda ben bir şey söyleyemeden perdenin arkasından Doruk'un sesini duydum: "çaydanlık döküldü"
Doktor Doruk'un panik olmuş tavrına gülümserken kızarmış derime dikkatle baktı. Hafifçe parmağını sağ bacağımın üstüne bastırdığında ufak bir çığlık attım.
"İyi misin?" dedi Doruk. Perdeye yaklaştığından sesi daha net geliyordu.
"Bir şey yok delikanlı, sakin ol" dedi doktor ciddi bir şekilde yanıklarımı incelemeye devam ederek. Sonrasında da yavaşça ayağa kalktı. "Giyinebilirsin. Çok ciddi bir şey yok ama birkaç gün boyunca canın acıyacak. Şimdi birkaç krem yazacağım sana"
Eşofmanımı tekrardan giydiğimde kibarca perdeyi açtı ve dışarı çıktı. Doruk da hızlıca yanıma geldi.
"Canının acıdığını neden bana söylemedin?" dediğinde gözlerinin rengi laciverte dönmüştü. Bakışlarındaki endişeyi görmemek için kör olmak lazımdı.
"Bilmiyorum. Geçer diye düşünmüştüm" dediğimde hafifçe yutkundum. Bir yandan da ayakkabılarımı giyinmeye çalışıyordum. Doruk da eğileceğimi anlamış olacak ki kesin bir hareketle beni durdurdu.
"Sen eğilme, ben hallederim" dediğinde hafifçe önümde diz çöktü ve ayakkabımın tekini kibarca ayağıma giydirdi.
Ne tepki vereceğimi bilemiyordum. Yanaklarım, hatta neredeyse kulaklarım bile kızarmıştı.
Doruk Sinangil önümde eğilmiş, ayakkabılarımı giydiriyordu.
Diğer ayakkabımı giydirirken yaşadığım şoku atlattım ve müdahale etme gereği hissettim.
"Gerisini ben giyebilirim" dediğimde hamle yapmak için eğildim ve aniden kendimi beklenmedik bir durumun içinde buldum. Tam ben müdahale etmek için eğildiğimde Doruk yavaşça kalktı ve aniden yüzlerimiz birbirine yaklaştı.
Bakışları yüzümün her ayrıntısını incelerken kalbimin atışlarını duyacak diye ödüm kopuyordu. Gözlerinin mavisi o kadar derindi ki sanki mıknatıs gibi beni kendine çekiyor, bakışlarımı kaçırmama izin vermiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Doruk Sinangil
General Fiction"Kitaplar başka kitaplardan söz ederler ve her öykü daha önce anlatılmış bir öyküyü anlatır." O sadece Sinangil ailesinin tek oğlu değil, aynı zamanda öfke problemi olan amatör bir boksör. Herkesin gözünde büyüttüğü, kendi içinde bir o kadar sade b...