Kalbi Mijolnir kadar sert birisi olarak, aşkın bana bir düzüne yıl daha uğramayacağını düşünürken aşka feci bir şekilde düştüğümde henüz ergenliğe yeni giriyordum. Bu büyük felaketin benim gibi bir şeytan için ne denli trajik bir şey olduğunu kestirebiliyor musunuz?
Benim mahalle parkındaki barfiks demirlerinin üzerinde yürümem, caminin köşesindeki çeşmede kafamı buz gibi suyun altına tuttuktan sonra su savaşına girmem, Tunaların yeni bilgisayarında o zamanlar sözlerini asla anlamadığım ve iyi ki de anlamıyormuşum dediğim 50 Cent parçaları eşliğinde GTA oynamam, Bademler bakkalın sağındaki kamelyada günün sekizinci dondurmasını gömmem ve mahalle çocuklarının popüler oyunu miskette koleksiyonuma yenilerini ekleyebileceğim kadar misket ütmem gerekiyordu.
Aşık olmak değil.
Kesinlikle değil.
Daha on bir buçuk yaşındaydım ve o yıllarda bırakın aşkın engin derinliklerine inmeyi, cinsiyet denen kavramın bile doğru düzgün bilincinde değildim. Tabii bunda mahallelinin de büyük payı olduğunu es geçmeyelim; birkaç sene öncesine kadar Atladagel familyasının küçük oğlan çocuğu olarak nitelendiriliyordum.
Her neyse... O, üzerinde uzunca bir süre düşünülmesi gereken bir konu.
Şimdi birçoğunuz, "Sen geç bile kalmışsın kızım," gibi şeyler söylüyor. Sanmayın ki duymuyorum. Ve sen "Ben dört yaşında aşık olmuştum," iddiasında bulunan ve bana bir taraflarınla gülen kişi, o aşk dediğin hissin sadece bezini doldurduğunda gelen rahatlama hissi olduğunu hepimiz biliyoruz. Yine de sen bilirsin.
Sonuç itibariyle aşk meşk konularında hiçbirimiz Hüsniye teyzenin oğlu Feridun kadar hızlı değildik ve sevgili Eros, görüp görülebilecek en yanlış kişinin kalbine okunu saplamıştı. Şayet hedefinin kanındaki adrenalinin sevgiye değil de cinliğe aktığını kestirebilseydi, eminim benim gibi bir afacanla uğraşmaya yeltenmezdi bile.
Çünkü o ışıltılı kırmızı ok, Batman baskılı tişörtümü delip geçtiğinden bu yana, parmaklarınızla gözlerinizi oyma isteğiyle dolup taşacağınız, "Seni tanımıyorum, sen de kimsin?" diyerek başınızı çevireceğiniz ve beni bir köşede "Kendine gel!" nidaları eşliğinde bir güzel sarsacağınız kadar aptallık yapmıştım.
"En fazla ne yapmış olabilirsin ki?" diyorsanız, hiç havalara girmeyin. Çünkü şimdi anlatacağım, yaptıklarımın yüzde biri bile değil.
Bir keresinde, ki duygularım daha yeni yeni filizleniyordu belirteyim, oldukça sıcak geçen bir pilav şenliğinde "Saçını toplayarak iyi yaptın," şeklindeki, iltifat bile olmayan son derece sıradan bir cümle yüzünden pancara dönmüş ve utancımdan hızımı alamayarak pilav kazanına düşmüştüm. Neyse ki kazan ılıktı ve ufak kızarıklıklar haricinde ciddi bir şekilde yaralanmamıştım. Lakin bu bütün bir okula rezil olduğum gerçeğini değiştirmiyordu.
Meraklar içerisinde olmalısınız. Bunca aptallığı kime karşı yapmış olabilirim değil mi? Sizi daha fazla gizemde bırakmadan açıklığa kavuşturalım öyleyse.
Çocukluk arkadaşıma.
Evet, yanlış okumadınız.
Güpegündüz çocukluk arkadaşıma aşık olmuştum.
Ve bu felaketin ne zaman, nerede başıma geldiğini de bilmiyordum.
Eros denen o çıplak popolu Yunan tanrısı beni aşık ede ede çocukluk arkadaşıma etmişti. Sakın bana "Olur öyle şeyler, amma da abarttın," demeyin. Söz konusu kişi tükürük yarıştırdığınız, mahallede geğirme turnuvaları düzenlediğiniz ve birlikte kan kardeşliği zımbırtısına bulaştığınız bir kişiyse, maalesef olmuyor canlarım. Hem de hiç olmuyor.
O benden sadece iki yaş büyük olan gavura karşı -gavur derken, gerçekten gavur olduğunun altını çizelim- hissettiğim bu yoğun duyguların nedeni; bir zamanlar tıfıl, şişko, ağzının kenarı çikolatadan eksik olmayan ve tüm bunların yanında son derece kabadayı olan çocukluk arkadaşımın hem ruhen hem de fiziken gerçek bir İngiliz beyefendisine dönüşüyor olması mıydı yoksa bu saçma duygular onunla tanıştığım iki bin altı kışından bu yana hep benimleydi ve şimdi mi açığa çıkıyordu, bilemiyorum.
Tek bildiğim, kelimenin tam manasıyla, büyük bir kaosun ortasına düşmüş olmamdı.
Önce aklımı, sonra tarzımı, en korkuncu da mahalledeki itibarımı yitirdim. Fındık kadar boyuma, bir yoncanın cılız dalları kadar sıska bedenime ve en az Alvin ve Sincaplar'daki Theodore kadar sevimli suratıma rağmen üstlenmiş olduğum "aslan kral" rütbem bir anda yok oluverdi.
Maalesef ergenlik beni yalnızca aşk ile sınamadı. Sivilceleri, çilleri, bölgesel yağlanmaları, alışmakta güçlük çektiğim kadınsı hatları ve duygu durumu bozukluklarını da peşi sıra getirdi.
Sanki herkes hep, ben tektim.
Şu saçmalığa bakar mısınız?
İşte aslan kraldan, aşık bir tosbağaya bu şekilde dönüşüverdim.
Tabii her şeyin bir sonu olduğu gibi benim duygularımın da bir sonu vardı. Tam da aşkım karşılık buldu derken, korkunç bir şey oldu. Kör kütük aşık olduğum kişi üzerinden kaç yıl geçerse geçsin asla affedemeyeceğim kadar büyük bir suç işledi.
Bu öyle bir suçtu ki, beni adeta bozguna uğrattı.
İçimde yaşama hevesine dair kırıntı bile kalmayana dek tüketti. Pamukla doldurulmuş bir bez bebek gibi hayatın ince ipinde uzun bir süre salındım durdum. Sonra üzerime çöken yıkıntının içinde bir yaşama amacı buldum; çöpçatanlık. Daha kibar bir tabir ile birbirini seven ancak itiraf etmekte güçlük çeken insanların görünmez Eros'u olmak.
İyileştiğimi düşünürken daha büyük bir belanın içine battığımı anlamam uzun sürmedi elbette; ben sadece birbirlerine yakışıyorlar diye haddim olmaksızın insanların hayatına müdehale etmeye başlamıştım. Yalnızca kendi dünyamı değil, onlarınkini de batırıyordum.
En sonunda olan oldu ve ben herkesin parmakla gösterdiği bir çatlak olup çıkıverdim.
Ta ki manası son aşk anlamına gelen, onsra dövmeli bir çocuk karşıma çıkıp da, davranışlarımın ardında yatan nedeni sorgulayana kadar...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Aşk | Onsra
Teen FictionO, Tanrı tarafından kutsal bir görev için dünyaya gönderildiğine inanan ve sokakta gördüğü herkesi birbiri ile shipleme potansiyeline sahip bir shipperdı. Ta ki onlarla karşılaşana kadar... Onsra: Bir daha aşık olmayacağını anladığında gelen kalp kı...