Şarkının sözsüz olan kısmı sonsuz döngüye girmiş gibi zaman algımı damla damla eritmişti. Kaç dakikadır - ya da kaç asırdır- kaşımdaki bedenin kıvrımlarını, hareket edişini izlediğimin farkında değildim. Şarkı biterken, izleyicilerini selamlamak için yaptığı sert hareket ve karşılığında kalabalıktan yükselen çoşkuyla sirkelenip kendime gelmiştim ben de. Hala parmaklarım arasında tuttuğum kadehimin ısınmış oluşu, ne kadar süredir hipnotize olmuş gibi sahneyi izlediğimin bir kanıtıydı.
O, yeni başlayan melodiyle farklı bir kareografiye başlarken ben de gözlerimi ondan ayırmadan masama dönmüştüm. Masadaki dörtlüden sınıf arkadaşlarımın benim kadar olmasa da etkilenmiş şekilde dans performansını izlediğini farketmiştim hemen. İkisi de okuldaki dans kulübünün en iyilerindendi ve doğal olarak benimle aynı pencereden bakmıyorlardı karşılarındakine, yine de beğendikleri çok açıktı. Çok kısa bir an, masaya yeniden yerleşen bana bakmıştı herkes ve hepimizin gözü tekrar sahneye dönmüştü.
Bilmem kaçıncı şarkı ve kareografi sonuna yaklaşırken bu sefer sahnenin etrafını inclemiştim.
Tanışmam lazımdı onunla!
Yoongi hyunga soramazdım. Mekanında bu tarz şeylere izin vermediğini, müşterilerin kendi arasında istediğini yapabileceğini ama çalışanlarına mesai saatlerinde her türlü yakınlaşmanın yasak olduğunu gururla anlatmıştı gecenin başlarında.
Performans bitmiş, tüm prensiplerimi yıkan o adam sahneden kaybolmuştu. İlk kez izleyen Jimin ve Hoseok beğenilerini anlatırken ben de onlara katılıyordum ama gerçekte, gözlerim bir geçiş bulmaya çalışıyordu. Masadakilerin görüş açısının dışında kalan bir yer olmalıydı.
Sonunda sahne ve bar arasındaki duvarda iyi kamufle edilmiş bir kapı ve "staff only" yazısını görmem ile masadaki çiftlerin yeniden yiyişmeye dönmelerini beklemem gerekmişti. Oyalanmak için telefonumu elime alıp onunla meşgul olmuş ilk fırsatta da sakin adımlarla uzaklaşmıştım masadan.
Performans biteli neredeyse yarım saat oluyordu ve daha fazla gecikirsem onu kaçırabilirdim. Böyle bir mekan benim her zaman gelebilceğim bir yer değildi. Namjoon'un daha kapıda bizi gördüğü andaki tepkisinden anladığım kadarıyla Jimin bile öyle sık sık gelmiyordu buraya. Yani O'nunla şimdi tanışamazsam bir daha ona ulaşmak çok daha zor olurdu benim için.
Girdiğim koridorun sağlı sollu duvarlarındaki kapılar açıkça personel kısmında olduğumu gösteriyordu. Önce mutfak sonra da teknik oda ve yönetim tabelalı kapıları geride bıraktıktan sonra dansçı kıyafetleri içinde ve normal giyinimli gördüğüm bir kaç kişi doğru yolda olduğumu düşündürmüştü.
Daha önceki performansın ekibi olduğunu anladığım bir grup kız ve arkalarından yine mekanda gördüğümü düşündüğüm bir kaç erkek sırt çantaları ve rahat kıyafetleri ile birer kapıdan çıkıp koridor boyunca ilerlemişlerdi. Onları takip eder gibi yürüyor ve açık kapalı tüm kapıları kontrol ediyordum.
Hiçbirinde yoktu.
Koridor artık sessizleşmeye başladığında, koridorun henüz ulaşmadığım kısmındaki bir kapı açılmış ve içeriden yüzünün alt yarısı tıbbi maske, üst yarısı da şapka ile gizlenmiş bir kişi çıkmıştı.
Bu O'ydu.
"Heyy bakar mısın?" Tepki gelmeyince yine seslenmiştim. "Bi dakika! sana söylüyorum."
Cevap vermemiş, dahası dönüp bakmamıştı bile. Koridorda ikimizden başka kimse olmamasına rağmen dikkatini çekemiyordum.
"Hey sen dansçı! Hey şapkalı! Aaah!"
En sonunda koşar adım ona yetişip omzuna dokunmuş ve tam o sırada kulağındaki kablosuz kulaklığı farketmiştim.
İrkilerek bana döndüğünde rahatsız olduğunu farketmiştim. Anlamsızca kımıldayan dudaklarıma bakıp kulaklığının birini çıkarmıştı. Gözleri sorgulayıcı olmanın ötesinde bir de derin uçurumlar kazıyordu aramıza.
"Buyurun?" dedi hemen derin tok ve dibine kadar sorgulayıcı bir tonda.
"Ah.. şeyy... çok afedersiniz. Duymadığınızı farketmedim."
Kurduğum cümleler, mahçup ifadem hiç bir anlam ifade etmiyordu, yani öyle bakıyordu bana. Açıklama bekliyordu benden hem de derhal.
"Ne istiyorsunuz?"
Kalın çıkan sesinin buğusunda kendimi kaybetmek üzereyken daha sert bir tonda yinelemişti sorusunu bu kez.
"Beyefendi! Ne istiyorsunuz?"
"Ben..." acilen içime kaçan sesimi geri getirmeliydim ama o bana böyle bakarken kesinlikle kolay değildi.
"Tanışmak istiyorum."
Bakışlarındaki, şimdiye kadar gördüğüm en küçümseyici ifadeydi. Hafifçe burnundan tıslamış, bakışlarını ve yüzünü binbir mana ile diğer tarafa çevirmişti sonra da. Maskeden dolayı dudak hareketlerini görmüyordum ama söylenir gibi kıpırdandığını tahmin edebiliyordum.
Cevap vermeye tenezzül etmeden bedeni de diğer tarafa döndüğünde gitmeye yeltendiğini anlamıştım.
"Lütfen sadece tanışmak isti..."
Kararlılığımı belli etmek için parmaklarımı hafifçe ve olabilecek en kibar şekilde koluna sarmak için uzattığımda müthiş bir refleksle uzaklaştırmıştı beni. Sadece parmaklarım değildi tenine daha tam anlamıyla dokunamadan uzaklaşan; hareketi öyle agresifti ki bir adım gerileyip tüm bedeninden bedenimi uzaklaştırmak zorunda kalmıştım ben de refleks ile.
Kehribar rengi gözleri; ben üzerime serilip beni sonsuza kadar orada hapsetsin diye dilerken; içimden geçmişti sanki en zehirli düşman oku gibi. Bakışlarındaki şey... tiksinti az kalırdı tarif etmek için, öyle bakıyordu.
"Eğlencenize dönün beyefendi!"
"Ben sadece..." ahh hadi ama! Konuşmama bile izin vermezsen nasıl olacak?
"Çok yanlış yerdesiniz."
Uzaklaşan adımlarına inat onu takip ettiğimde, bir kaç adım sonra yerinde durmuş ve geri dönmeden önce kısa bir süre beklemişti. Ben de aramızdaki mesafeyi bozmadan bekliyordum dönüşünü.
Seslice verdiğini duyduğum nefesi daha çok oflar gibiydi ve hemen ardından sert bir hareketle döndüğünde aramızdaki mesafeyi iyi ayarlayamayıp bedenlerimizin çarpışmasına neden olmuştu. Aynı boylarda olduğumuz için şapkasının ön parçası da alnıma çarpmıştı.
Bu temastan rahatsız olduğunu, temasımız kadar hızlı belli etmiş ve uyaran bir sesle konuşmuştu.
"Masasında oturduğunuz kişi, bu yaptığınızı öğrense en iyi ihtimalle sizi yaka paça buradan atar."
"Hahh..." kiminle ve hangi masada oturduğumu hatırlıyordu. Ne yani dikkatini mi çekmiştim?
Gülümseyişimin nedenini sorgulamayıp arkasını dönüp uzaklaşmıştı.
Altındaki rahat pantolon, üstündeki salaş tshirt, spor ayakkabılar ve tek askılı çantası ile spor solunundan çıkmış gibi...
İkimiz de tek kelime daha etmeden, ben adını bile öğrenemeden o gözden kaybolmuştu.
Onunla ilgili zihnime kazınan şey, sahnede olanca endamıyla sergilediği tüm kıvrımlarından sonra yakıcı kehribar bakışları ve kazara da olsa kısacık yakın temasımızda içimi dolduran kokusuydu.
Tüm bunlar adını bilmediğim bir dansçıyı bulabilmem için yeterli miydi?
Şansa, ve hatta ilahi bir yardıma ihtiyacım olduğu açıktı.
Küçük bir açıklama: bu hikayedeki Taehyung'u lütfen minnoş, narin, kırılgan bir görünümde düşünmeyin (özellikle AOM'dan gelenlere sesleniyorum. Daha sert bir karakter buradaki ve biraz daha erkeksi... yine de unutmayın Jungkook'un karakteri daha baskın. Umarım anlatabilmişimdir ;))
İlk yayın: 01/10/22
Düzenleme ve yeniden: 21/03/23👇👇👇 Lütfen oy verir misiniz
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zenne - TaeKook
FanfictionTeninin üzerinde kayan bir buzdur uzak bakışlarım... Semekook #1 Powerbottom #1