Merdivenlerden indik. Tom kenarda dikili olan siyah şemsiyeyi aldı ve kapıyı açtı. Normal bir hızla yağıyordu yağmur. Tom şemsiyeyi açarken ben de yine bugün aldığımız kot ceketimi giydim. Kapıyı kapatıp şemsiyenin altına koştum.
"Çok güzel yağıyor." dedi etrafa bakarken. Gülümsedim.
"Evet. Evet öyle."
Bir süre sessizce ve yavaş adımlarla yürüdük. Tom'un bir şey soracağını hissetmiştim. Gerginlikle kıvranıp duruyordu.
"Millie, ailen neden sana kötü davranıyordu?"
İşte beklediğim soru.
Nasıl cevap vereceğimi düşünürken yanağımın içini ısırdım.
"Şey, aslına bakarsan bilmiyorum. Doğduğumdan beri beni hiç sevmediler. Sinirlerini benden çıkardılar. Onlar için bir stres topuydum. Bazen yanlışlıkla olduğumu düşünüyorum. Keşke olmasaydım." dedim gülmeye çalışarak.
Tom kaşlarını çatarak bana döndü. "Niye öyle söylüyorsun? Kurtuldun işte."
"18 yılım çöptü çünkü."
Sessizce yürümeye devam ettik. Yağmur şiddetleniyordu ama şemsiye koruyordu bizi. Toprak kokusunu içime çektim. Beni rahatlatan tek şeydi ömrüm boyu.
"Sana bir şey itiraf edeceğim. Dün hani demiştim ya şiddet mi gördün diye? Onu tahmin ederek söylemedim. Aslında gördüm. Ben geceleri yürümeyi çok severim ve o sokaktan geçerken bağırma seslerini duydum. İstemeden izledim, seni takip ettim. Eğer dün söyleseydim sapık olduğumu düşünürdün. Üzgünüm. Ya da vazgeçtim üzgün değilim. Umursamasaydım şu an yanımda olmazdın değil mi?"
Dediği şeylerle duyguya girerken en sonunda gülümsedim ve başımı salladım. "Evet, iyi ki umursamışsın. Beni kurtardın."
"Boşuna Örümcek Adam değiliz." dedi alaycı bir bakışla ve elini saçlarından geçirirken. Gülüştük.
Çok sürmeden ailesinin evine pardon ailesinin şatosuna gelmiştik. O kadar büyüktü ki. Bu evde nasıl yaşıyorlar?
Kapının önüne geldiğimizde Tom zile bastı. Ben de rüzgardan dağılan saçlarımı düzelttim. Çok sürmeden bir hizmetçi açtı kapıyı.
"Hoşgeldin Thomas." dedi bir anne edasıyla.
"Hoşbuldum Julia teyze! Annemler nerede?" deyip sarıldı. Anlaşılan oldukça yakınlardı.
"Bahçedeler."
Tom önden yürüdü ben arkasından. Tamam biraz gerilmiştim. Biraz yürüyüş sonrası arka bahçeye açılan kapıyı açtı ve yine ön bahçe kadar büyük bir bahçe karşıladı bizi.
Ve tabii aynı zamanda ailesi.
"Oh hoşgeldiniz tatlım!" Tom annesinin kendisine sarılacağını sanmıştı ama annesi doğrudan bana gelmişti. Gözlerini büyüterek bana baktığında gülmemek için kendimi sıktım.
"Sen Millie olmalısın değil mi?" dedi sarılırken.
"Evet. Tanıştığımıza memnun oldum Bayan Holland."
Kafasını geriye çekip kaşlarını çattı. "Oh hayır. Bayan denmesinden hiç hoşlanmam. Nikki teyze diyebilirsin."
"Ve bana da Dominic amca!" diye bağırdı babası da arkadan.
Gülümsedim.
Çok samimilerdi.
Kardeşleriyle ve ebeveynleriyle kaynaştım. Birlikte sohbet ettik, yedik, içtik. Oldukça eğlenmiştim.
"Mills." Tom'un ani fısıldamasıyla arkama döndüm. Dirseklerini sandalyeye koymuştu ve bana fazla yakındı.
"Gidelim mi? Geç oldu."
"Bana farketmez gidelim istiyorsan."
"Peki."
Yavaşça doğruldu. "Biz artık eve gidelim. Saat geç oldu."
Herkesle vedalaşıp evden çıktık. Yine kısa bir yol sonunda eve varmıştık. Hemen odama gidip üstümü değiştirdim. Hala alışamadığım yeni sweatshirt'lerimden birini giydim. Altıma da siyah bir şort giyip aşağıya indim.
İndiğimde Charlie'nin Tessa'nın yatağına yattığını gördüm. Tessa da hiç ses etmiyor koltukta yatıyordu.
"Senin oğlun dişli çıktı." dedi Tom gülerek. "Kızımı dövecekti."
"Charlie? Neler duyuyorum ben böyle?" Charlie'nin kafasınu okşayıp Tessa'nın yanına oturdum. Başını okşar okşamaz dilini çıkardı. Diğer elimle de boynunu kaşıyınca tam anlamıyla bayılmıştı.
"Bak ne getirdim!" Tom'un oturma odasına kayarak girmesi üzerine irkildim."Yapboz sever misin? Hem de örümcekli."
"Bayılırım! Hadi aç." Kutuyu açıp parçaları masaya döktü. Kutunun kapağını alıp masanın köşesine sabitledim. Tom da o sırada parçaları kenara çekip bize yer açmıştı.
Ne kadar süre geçmişti bilmiyorum ama yapbozu bitirmek üzereydik. Son parça sandığım parçayi yerleştirdikten sonra bi parçanın eksik olduğunu gördüm.
"Bir parça eksik?"
"Masanın altına bakalım."
Aynı anda eğilip yerleri koltukların altını kontrol ettik. Hiç bir yerde yoktu. Oflayarak kendimi koltuğa bıraktım. "Çok içimde kaldı yaa. Bitirememek sinirlerimi bozdu."
Tom da aynı şekilde yanıma kendini bıraktı. Kollarımız temas ediyordu. "Benim de."
Bir süre sessizce durduktan sonra Tom'un kıkırdamasını duydum. Ona döndüğümde zaten bana baktığını gördüm. "Hey ne oldu?" Sesini çıkarmadan avucunu açtı.
"Thomas tanrım çok kötüsün!"
Kıkırdaması kahkahaya dönüşürken doğruldu son parçayı yerleştirdi ve yapboz tamamlanmış oldu.
Biz hayran hayran yapboza bakarken aklıma gelen alakasız şey ile Tom'a döndüm. "Tom. Bir şey soracağım."
"Tabii."
"Takma popo kimindi?"
Tom bu beklemediği soru üzerine kahkaha attı. Onun gülüşüne dayanamayıp ben de güldüm. "Ya ne var merak ediyorum?"
Bir süre gülmekten konuşamadı. En sonunda gülmeyi bırakabildiğinde "Kimseye söylemek yok." dedi.
"Tamam."
"Tobey."
"Tahminim tutmadı. Andrew demiştim." Güldü.
"Andrew'a da düşündüler ama Andrew kendi istemedi. Poposu düzgün olan tek benim." dedi kalçasına bakarak. Kendimi tutamayarak güldüm.
Bu gece de böyle geçmişti. Eğlenmiştim. Tom çok iyi biriydi. Ve iyi bir ev arkadaşı. Hayatım değişmişti sayesinde. Şuana kadar olmayan şansım o gece gelmişti.
Ve işte. Bugünün güzelliğini düşünerek gözlerimi kapattım.
***
kitap 100 okunmayi gecmis ●-●
ah bi de keske vote atsaniz. neyse seviom sizi muah<3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
daddy issues | tom holland
General Fiction''seni seviyorum ufaklık.'' yas farki icerir!!! OKUMASANIZ OLUR MU COK CRINGE