•22

401 67 2
                                    

Yine uzun ve yorucu bir gün prensin peşini kovalamış, genci yatağına uzanan yola doğru yürütmüştü. Seungmin odasına girer girmez soluduğu ağır hava nedeniyle bakışlarını etrafta gezdirdi. Aldığı alkol kokusunun sebebi olan Changbin duvara yaslanmış yanındaki birkaç şişe ve bardakla uyuşukça oturuyordu. Son günlerde avcıya bu şekilde rastlamak sık sık olan bir şeydi ve şimdi de diğerlerinin kızdığını bildiğinden odasında gizlice içmişti.

Seungmin gerçekten bir şeyler yapması gerektiğini hissettiğinden gencin yanındaki yerini aldı. Bacaklarına sarılıp başını kendi dizine koyarak koyu bakışlara sahip bedeni izlemeye başladı. Prens odaya girdiğinden beri düzgün bir tepki vermemiş olan genç hala içiyordu.

Neden içiyorsun diye soramazdı ona, bir derdi olduğundan içiyordu. Son zamanlarda da ona ağır gelen bir yük olduğu için de çözümü kaçmakta buluyordu fakat bu böyle sürmeye devam edemezdi. Bir çözüme ihtiyacı vardı. Seungmin belki ona bir çare sağlayamazdı ancak yine de denemeye değerdi. Bu yüzden kendi de bir miktar içkinin boğazını yakarak ilerlemesini sağlarken avcıya ayak uydurdu.

Changbin tamamen sarhoş olamamıştı ancak kafası hafiften gidiyordu, ondan sonra gelen prens de alkol toleransı düşük olduğundan çabuk ona ayak uydurdu. Yapmaya başladıkları konuşmaları ise yavaştı ve zaman geçtikçe daha fazla saçmalaşıyordu.

"Birazcık beklettim onu. Cidden sadece biraz beklettim. İkimizin de kafasında soru işaretleri vardı ve bir süre ikimize de iyi gelmiş olmalıydı. Benden neden vazgeçti ki? Gerçekten sevmiyor muydu yoksa? Hayır, seviyordu beni kimse beni zıttına inandıramaz. Jeongin hala seviyor beni, yani seviyor değil mi? Seungmin seviyor mu sence?"

Yavaştan uyuşan genç içki bardağını parmakları arasında tutmaya devam ederken uzaklara dalmış olmasına rağmen diğerini dinliyordu. Kısa süreli sessizliğinin sebebi de düşünüyor olmasıydı, zaten ikisi de oldukça ağır hareket ediyor ve konuşuyordu.

"O kadarını bilemiyorum ama sana karşı taşıdığı bir kırgınlığı olduğundan eminim. Bunu sana karşı olan her bir hareketinde görebiliyorum. Seni her reddedişinde içten içe kendi de kırılıyor fakat hislerini yalnızca böyle gösterebilir."

"Ben niye bu kadar kalın kafalıyım ya, kafamı sikeyim."

Avcı genç uzun bir süre kendinden yakındı, sekiz nesil öncesindeki atalarına kadar sövdü. Suçun büyük kısmı kendisindeydi. Her zaman yaptığı gibi hata yapmış, bunu toparlayamamıştı. Yetmemiş, yeniden batırmıştı. Jeongin'in kalbini kırdıktan hemen sonra denemeye devam etseydi, genci ikna etmeye çalışsa, kendini affettirmeye çalışsa şifacı ona gelebilirdi. Fakat yine kaçtı, devamında atmaya çalıştığı adımlar ise yere kapaklanıp düşmesinden başka bir şeye yaramamıştı.

"Çok geç Seungmin. Onun beni affetmesini saglamak için çok geç. Her seferinde o süreyi kaçırdım, hep yanlış zamanlarda kaçan taraf ben oldum."

"Çünkü malsın."

"Sen de saraydan kaçtın Seungmin."

"Bu benim de mal olduğum gerçeğini değiştirmiyor."

Changbin gencin sözlerine kıkırdayarak kalan içkisine tek atarken şişeyi kafasına diken Seungmin iyiye işaret değildi. Normalde oldukça görgülü olan prensten en beklenmedik şeyler geliyordu.

"Ben hala kaçıyorum. Şimdi de o kırmızı gözlü adama olan hislerimden kaçıyorum. Şerefsiz nasıl aşık etti beni kendine... Bu kesin bir sürü kız da tavlamıştır."

Avcı olan, gencin yuvarlayarak kurduğu cümlelerine hafif hafif gülerken Seungmin'in aniden ayaklanmasıyla bakışları da yukarı yöneldi. Zar zor doğrulan beden savsak hareketleri ile ileriyi işaret ederek konuştu.

"Hesap sormaya gidiyorum! Sen de git hesap sor, gün kaçmama günüdür! Yüzleşmeden hiçbir şey çözülemez. Şimdi nerede o Hwang!"

Yamuk adımlarıyla acele şekilde çıkan gencin arkasından yine düşünce topluluğuna daldı. Bu sefer sarhoş bedenin sözleri nedeniyle zihninde daha farklı şeyler yankılanmıştı. Bu kadar kaçtığı yeter değil miydi? Daha nereye kadar sürecekti bu? Bir adım atmadan bu şekilde oturmaya devam ederse ömrü boyunca Jeonginsiz yaşardı. Alkolün getirdiği cesaret ona destek olurken başarısız olursa yine onu sarhoşluğu kurtaracaktı.

O da "Gün kaçmama günüdür!" diyerek dışarı adımladı, sevdiğine koştu. Kliniğinde uyuyan gencin kapısını çalmadan girdi içeri, odasına ilerledi. Şifacının adını sayıklayarak onu dinlemesini amaçlarken ve her yere çarparak ses çıkartırken ise Jeongin'in uyanmaması söz konusu dahi değildi. Uyku sarhoşu genç saniyeler içinde ayılıp durumu kavradığında ise ayakta zor duran adamın sözlerine kulak kesildi.

"Çok aşığım lan sana! Ölüyorum bitiriyorum aşkından görmüyor musun! Biliyorum sen de beni seviyorsun! Saklamaya çalışma, göz göze geldiğimizde parıldayan irislerin yalanını söylüyor bana. Her ten tene geldiğimizde titreyen bedenin benimle konuşuyor. Beni gizlice izlemeyi de beceremiyorsun, uyuduğumu sanıp saçlarımı okşadığını anlamadığımı sanıyorsan yanılıyorsun. Ayrıca ben zaten gizli yapmıyorum, sadece senin öyle sanmanı istiyorum çünkü yüzüm yok. O parlak tenine seninle göz gözeyken dokunmaya cüretim yok. Yanaklarını sen biliyorken öpemem, tatlı tatlı kızarışlarını görmeye hakkım yok. Sen hemen yanımda duruyorken yokluğundan deliriyorum Jeongin. Sensizlik okyanus ortasında susuz kalmak gibi, yalnızca varlığın yetersiz geliyor. Dayanamıyorum, senin olabilecekken kaçmalarına daha fazla dayanamıyorum..." Gözyaşları göz pınarlarını usulca terk ederken ne ara diz çöktüğünü bile farkedememişti avcı. Ne ara ikisinin de ruhunun en derinliklerini okur bakışları eşliğinde ağladığını bilmiyordu.

"Benim dayanabildiğimi mi sanıyorsun?! Dibimdeki adamı beklemekten ne kadar yorgun düştüm haberin var mı? Senin her adımında elimin ayağımın dolaşmasını göstermemeye çalışırken ne kadar stres yaptım haberin var mı? Her bir hareketine titrerken soğuk duvarlar örmenin ne kadar zor olduğunu bilmiyorsun. Sevdiğin adamdan kaçmanın ne kadar zor olduğunu anlayamazsın."

Duyduğu gerçeklerden güç aldı Changbin, biliyordu, yanılmamıştı. Bakışları dahi enerji veren genç onu seviyordu. Dizleri üzerindeyken diğerine yanaştı, iki elini parmakları arasına alıp şifacıya alttan bakmaya devam etti. Islak gözleri umutla parıldarken ise cümlelerine başladı.

"Jeongin, yeter mi bu kadar yorgunluk? İkimiz de çok yıprandık, lütfen izin ver artık da senin olayım, seni sarayım. Bu özlem tüm yurda yeter. Bırak da birbirimizin olalım artık. Lütfen, lütfen affet beni ve yeni bir sayfaya başlayalım."

Yavaşça o da yere çöktü, usulca sevdiği adama yaklaştı. Gözyaşlarına karşın dudaklarındaki gülümseme oldukça genişti. Dokunuşları şefkat dolu, tavırları sıcacıktı. Bedeni de rahatlamıışlıktan uçacak hafiflikteydi. İlk sevdiği adamın tuzlu damlalarını sildi, onu özgürce hissedebilmenin tadını çıkardı. Sonrasında alnını diğerininkine bastırıp eş zamanlı gözlerini kapadılar. Ruhen oluşan bu hasret artık son bulmuştu.

________

Tam bu bolumu yazarken kulakligimda calmaya baslayan why'd you only call me when you're high...

Bu ikilii de kavuştu sonunda

Ecotone // Hyunmin ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin