Karargâhın koridorunda yürümekteydim. Marki Hyunjin peşimden geliyordu. "Hazırlıklar tamam mı?" Hyunjin aslında benim danışmanımdı.
"Her şey olması gerektiği gibi, majesteleri." Resmi bir sesle konuştu.
Salona vardığında içeri geçtim. Tüm kraliyet aileleri vedalaşacaktı. Geride kalan onarma konuları ile ise bıraktığımız bir takım adamlar meşgul olacaktı. Seokjin kendisine uzatılan çayı almak için girişimde bulunmuştu. Yaklaşıp kanepeye oturdum. Marki Hyunjin de önümdeki koltuğa oturmuştu.
"Duyduğum kadarıyla buraya gelmezden önce zehirlenmişsiniz, prens?" Seokjin'e ünvanladığım soru bittiği sırada odada tek olan hizmetçi de çıkmıştı.
"Öyle", dedi Seokjin çayını yudumlamdan önce. "Namjoon genelde nazik bir çocuktur." Veliaht prensten bahsediyor.
"Tabii..." Geriye yaslandım. "...nazik çocuklar genelde kardeşlerini zehirlerler" Önüme bakarak konuşuyordum.
"Düşünüyorum ki..." Seokjin fincanını sehpaya koyduğunda rahatsız edici bir ses duyuldu. "...Ateş imparatorluğundan bu kadar nefret ederken beni de es geçmezsiniz, majesteleri?"
Seokjin yüzüne baktığımda merak karışımı bir şüpheyle karşılaştım. Dudaklarım hafifçe sola doğru kaydı. Ellerimi önümde birleştirmiştim. "Sadece seni mi? Bu nefret kız kardeşini bile es geçmiyordu." Yüzündeki ifade yavaşça soğudu. Gözlerinde garip bir pişmanlık gözüktü. Ama bu kısa süreliydi, çünkü gözlerini benden çekip diğer taraftaki aynadan dışarı bakmıştı. "Ama gerçek şu ki... savaşın ilk yıllarında sizinle karşılaştığımda düşmanımla karşılaşmanın hırsıyla dolmuştum." Derin nefes aldım. "Hatırlar mısınız o zaman sizi sırtınızdan vurmuştum. Yere düştüğünüzde gözlerinizde hâlâ bana karşı şefkat gördüm." Kaşlarımı kaldırıp indirdim. "İntikam veya öfke değil, şefkat, sevgi." Bakışlarını camdan çekip bana dikti. "O yüzden o günden itibaren benim can kardeşim oldun."
"Can kardeşi... bazen daha yücedir kan kardeşinden." Kafasını aşağı yukarı sallayarak konuşmuştu. "Bende", dedi gülümseyerek, "bütün insanlara sonsuz sevgi var." Yere baktı. "Prens Namjoon hâlâ bir çocuk." Oysa yaşı benden büyüktü. "O yüzden onu sadece izleyerek yetinmelerini söyledim." Seokjin'in bilge tavırları cümlelerini renklendirmişti.
Bir şeyler söylemedim. Hyunjin de aynı şekilde sessizdi. Bu sessizliği susturan yine Seokjin oldu: "Savaş bitti, ama her şeyi kaybetmişiz gibi." Bu savaş süresinde savaş giden topraklar hayli zarar görmüştü. Ahali zor durumdaydı. Sayları bile azalmıştı. Vahşi İblisler haraket eden her şeyi öldürüyordu. "Her şeyini kaybetmiş ama koca bir dünyayı kazanmış adamlara ne söylenir ki?" Fazla naif... Seokjin Ateş imparatorluğunun bir ferdi olmak için gereğinden fazla düşünceli. Sadece bir defa karşılaşmamıza rağmen özellikle imparatoriçeden -Seokjin'in annesinden- hiç hazzetmezdim. Sehpaya eğilip yeniden fincanını aldı.
"Öyle", dedim beyaz fincanına bakarken, "Canavarları öldürmek için hepimiz canavara dönüştük." Gözlerim dalgındı.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.