Gece siyah eteğini Ateş imparatorluğunun sarayına da sermişti. Sarayın esas binasında yükselen sesler feryat doluydu. İmparatoriçe prenses Jennie'nin odasını acıyla inceliyordu."İmparatoriçem", dedi hizmetçilerden biri. "Veliaht prens- Yani..." Hizmetçiler bile imparatoriçenin zorla veliaht prensten ünvanının alınıp prens Namjoon'a verilmesine alışamıyordu. "Prens Seokjin, Toprak imparatorluğuna gidiyor." Toprak imparatorluğunun valide imparatoriçesi, Jennie'nin ölüm haberini mektupla bildirmişti. Daha Toprak imparatoru savaştan döndüğü sırada, yoldayken imparatoriçe Jennie'nin ölüm haberi tüm ülkeye duyuruldu.
İmparatoriçe ani haraketle kapıya yaklaştı. Koridora girip delicesine Seokjin'i aramaya koyuldu. Hizmetçiler de ne yapacaklarını bilemeden bu kafayı yemiş imparatoriçenin peşine takılmışlardı. Aşağı kata vardığında Seokjin'i sarayın kapısından çıkar gördü. Seokjin'in yanında iki gardiyan vardı.
"Prens Seokjin!" diye haykırdı imparatoriçe. Seokjin annesine doğru dönüp kaşlarını çattı. "Kızımın ölüsünü çabuk görmek için mi Toprak imparatorluğuna gitmek için çırpınıyorsun, prens?!" Kadın ağzından çıkanlara mukayyet olamıyordu. "Güzel kızım Jennie'min kanının döküldüğü sarayda mı bulacaksınız huzuru?! Annen senden veliaht prens ünvanını aldı diye mi bu kadar nefret dolusun?!"
Seokjin, önündeki kadının ne denli bir deli olduğunu biliyordu. O, imparatoriçenin ilk oğluydu. İmparatoriçenin en huysuz, gaddar zamanlarını biliyordu. "Onu kalleşçe oyunlar oynayarak kaybettiniz, imparatoriçe. Toprak valide imparatoriçesine hiç bulaşmamalıydınız ve diğer sınır tanımaz vukuatlarınız... Belki de bu yüzden Tanrı sizi cezalandırdı, masum kardeşimi elinizden alarak." İmparatoriçeye yaklaşarak hafifçe eğildi. "Sizin oturup ağlama gibi bir şansınız olabilir ama prenslerden biri oraya gidip durumu öğrenmeli." Sesi kısıldı ki etraftakiler duyamasın. "Övünerek veliaht prens yaptığınız kardeşim Namjoon kim bilir hangi deliğe saklandığından bunu benim yapmam gerekiyor."
Seokjin birkaç adım geriye gidip belini dikeltti. "İzninizle, imparatoriçem", dedi saygıyla. "Sağlığınıza dikkat edin." Hafifçe imalı bir şekilde gülümsedi. "En çabuk zamanda yanınızda olacağım."
İmparatoriçe, Seokjin gittikten sonra ötede dikilen sağ elini yanına çağırdı. "Seokjin'in haremiyle ilgili tedbir devam ediyor mu?"
"Evet, imparatoriçem", dedi yaşlı kadın baş eğerek. "İstediğiniz gibi erkekleri yerleştirdik." Kadının sesi titredi. "Lakin... lakin veliaht- yani prens Seokjin... hepsini kılıçtan geçirmiş."
"Nasıl olur?!" dedi imparatoriçe intikam isteyen gözlerle, "Seokjin annesine karşı gelerek büyük hata yapıyor. Hareme erkekleri yerleştirdim ki Seokjin'in soyunun devam etmesi mümkün olmasın." Ellerini yumruk hâlinde sıkıyordu. Son cümleyi kimse duymasın diye kısık sesle söyledi: "Görünen o ki ondan tamamen kurtulmalıyım..." Öyle ya... imparatoriçe de olsan hanedanın kanından gelen bir prensi, prensesi kolay kolay öldüremezdin.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
vsoo | Crystal Crown
FanfictionOmuzlarımdan itip beni kendinden uzaklaştırdığında gözlerimi yüzüne diktim. "Dur artık, Jisoo", dedi. Direnmeye devam ettim. "Neden duralım? Birbirimizi gerçekten sevdiğimiz halde-" "Duyguların bir önemi yoktur." Cümlemi bitirmeme izin vermeden kend...