Jisoo,At arabası durduğunda camlardan karanlığa dalmış kanepelere ışıklar sıçradı. At arabasının için ne kadar sessiz olursa olsun dışarıdaki karmaşanın sesleri buraya kadar akıyordu. Gözlerimi dışarıdaki soylularda dolaştırdım. Hepsi merakla sarayın arması olan at arabasından kimin ineceğine bakıyordu.
"Kraliçem, bu gece için heyecanlı mısınız?" Önümde oturan Lalisa'nın sesi beni azacık da olsa rahatlattı. "Nasıl hissediyorsunuz?"
Çenemi hafif eğdim. "Heyecanlı mıyım bilmem ama duygularım karman çorman gibi." Alt dudağımı dişlerimin arasında sıktım. Yere bakıyordum.
"Oh..." Lalisa şaşkınca yüzüme bakarken parmaklarını o hayretle dudaklarına yaklaştırmıştı. Bir süre sonra, "Önemli değil", dedi. "Herhalde heyecandan." Heyecandan ziyade... Taehyung'un bir öyle bir böyle davranması başımı döndürüyordu.
"Planımızı unutma." Bakışlarım keskin bir şekilde Lalisa ile buluştu.
"Merak etmeyin, kraliçem." Lalisa kendinden emin bakışını bana sunmuştu. "Tam zamanında gidip geleceğim. Herkes benim davette olduğumu sanacak." Eh, umarım öyle olur... Yeniden marki Wonho ile karşılaşmak istemiyorum.
Şöför at arabasının kapısını açtığında elini uzatan görevlinin yardımıyla arabadan indim. Kapıya yaklaştığım sırada birkaç çalışan baş eğmişti. Koridoru geride bırakıp basamakları çıktım. Kırmızı renklerle süslenmiş locaya geçtiğimde üzerimdeki beyaz kabanı aldılar.
Burası imparatorluk ailesine mensuptu. Aşağı localardaki herkesi görebilirdim. Parmaklıklara yaklaştım. Ellerimi parmaklıklara koyup benden daha sonra içeri geçmiş olan Lalisa'nın orta kısımda, koltukların etrafında dolaştığını ve diğer leydilerle konuştuğunu gördüm.
Kenardan bir ses geldi: "Burada bizi yönlendirecek boş çalışan beklerken yaşlanıp öleceğiz!"
Tanıdık ses tüm vücuduma yayıldı. Yüzümdeki gülümseme dondu.
"Kraliçe Jisoo?" Beni fark etmişti...
Gözlerimi önüme diktim, sanki bir noktaya bakıyordum. Bacaklarım garip bir şekilde gevşemişti. İçimi saran hüzünle yutkundum. Bu ses... bana eskiyi hatırlattı... unutmak istediğim her şeyi...
İç çekip yavaşça nefesimi verdim. Ellerimi parmaklıklardan çekip kendimi toparladım. Başımı dikleştirip sırtımı bakışlarıyla delik deşik eden adama doğru döndüm. Gözlerim yüzünü bulduğunda reverans yaptı. Hafifçe gülmeye çalıştım ama mimiklerim titremişti. Bu manzara dük Jungkook'un gözünden kaçmadı. Amcam... neredeyse aynı yaştaydık. Onu fazla tanımasam da lanet çocukluğumun bir parçasıydı.
Jungkook'un yüzü kısa sürelik, hah, dermiş gibi gülümsedi. "Birbirimizi gördüğümüze pek memnun değiliz, ha?"
"Sizi... burada görmeyi beklemiyordum." Ellerimi önümde birleştirip olabildiğince yıkılmaz gözükmeye çalıştım.
"Ben sizi arıyordum." Kafasını düşünceli bir şekilde aşağı yukarı sallarken gözleri gözlerimden ayrılmadı.
Bakışlarındaki garip ışıltılar aklında dolaşanların ne denli gizemli olduğunu haber veriyordu. Sessizliği bitiren bana yaklaşması oldu. Ne olduğunu anlayamadan elini ceketinin cebine soktu. Çıkardığı kutuyu bana uzattığında gözlerim beyaz yarım eldiven takan elindeki kutuya indi. Kırmızı bakışlarım onun kırmızıları arasında sıkıştı. "Bu nedir?"
"Bugün..." Derin nefes alıp kutuya baktı. "...doğum gününüz, değil mi?" Bakışları kalkıp beni bulduğunda tek kaşı kalkmış hâldeydi.
Gözlerimi yeniden kutuya indirdim. Dudaklarımın kenarı sırıtırcasına kıvrıldı. "Aslına bakarsanız... annem beni doğururken bir kaosun ortasındaydı." Gözlerimi kaldırıp pişman yüzüne öfkeli bakışlarımı sapladım. "Küçücük odada yalnız başınaydı. Bu yüzden kimse benim bu gün mü yoksa bundan sonraki gün mü doğduğumu bilmiyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
vsoo | Crystal Crown
FanfictionOmuzlarımdan itip beni kendinden uzaklaştırdığında gözlerimi yüzüne diktim. "Dur artık, Jisoo", dedi. Direnmeye devam ettim. "Neden duralım? Birbirimizi gerçekten sevdiğimiz halde-" "Duyguların bir önemi yoktur." Cümlemi bitirmeme izin vermeden kend...