Taehyung,
Gözlerimi dışarıyı izlemekten mahrum bırakıp yavaşça kanepede oturan kraliçe Nayeon'a diktim. Kırmızı kanepeye oturmuş Nayeon elindeki bardağı izliyordu. Kraliçe Jisoo'nun odasının önünden çekilip çalışma odası olarak tasarlanan bir odaya gitmiştik.
Nayeon'un ağlamasını durdurmak adına hizmetçilerden su istemiştim. Ayrıca bu heyecanının sebebini de anlayamıyordum. Karanlık tüm gökyüzünü kaplamıştı; kırmızı renkle dekore edilmiş çalışma odası da onun ihtişamından kaçamamıştı.
"Geleceğinizi daha önceden haber etmeliydiniz!" Kafasını kaldırıp yargılar gözlerle yüzüme baktı. Yanakları ıslanmış ve kirpiklerin gözyaşlarıyla kaplanmıştı. "Sizin için ne kadar endişelendim, ben-"
"Böyle olması gerekti." Cümlesini bitirmesine izin vermedim. Dudakları titremeye başladığında başını aşağı eğdi. "Kraliçe Jisoo'ya saldıranın kim olduğundan haberiniz var mı?"
Kafasını sağa sola sallarken ağladığını bana hatırlatmak için hıçkırdı. Gözlerimi ondan çekip dışarıyı izledim. Karanlık sokağa tek bir sokak lambası ışık veriyordu. Sokak kedisi sıkkın bir şekilde yürürken başını eğmiş, mutsuzdu. "Bu gece herkes mutsuz", dedim iç çekerek. "Karşılamamın daha farklı olmasını isterdim." Nayeon'u neşelendirmek için, "Üstelik sen de beni görür görmez, ağlamaya koyuldun", dedim.
"Artık yaşayamıyorum", demişti Nayeon yumruk hâlinde sıktığı elleriyle. Kaşlarımı çatıp kafamı sola çevirerek ona baktım. Ellerimi arkada birleştirdim. "Bu dünyada beni önemseyen hiç kimse kalmadı."
"Kraliçe Nayeon, imparator Mark'ın vefatından sonra sizi Toprak imparatorluğuna gönderebilecekken bunu yapmadık." Kısa süre sessizlik oldu. Ne diyeceğini merak ettim, ama o konuşmamıştı. "Sizi ailemizden saydık." Sesimi azacık kıstım. "Acınızı en derin duygularımızla hissediyoruz."
"Ama ben bu acıyı yaşıyorum", dedi sola bakarak. "Bu acı beni öldürüyor. Kocam ve daha sonra çocuklarım. Tek inancım sizdiniz, ama siz..." Bakışlarını kaldırıp sağa -bana- baktı. "...şimdi ağabeyinizin ölümüne sebep olan Ateş imparatorluğunun prensesine ilgi duyuyorsunuz."
"O benim eşim." Gözlerimi yarım açmıştım. "Üstelik senin seçtiğin bir prenses. Sana", dedim kaşlarımı kaldırarak, "prenses Jennie'yi seçmemiz gerektiğini söylemiştim. Böyle her şeyin zor olacağını daha önceden söyledim."
Burnunu çekip kafasını sağa sola salladı. "Prenses Jennie çoktan Toprak imparatorluğunun veliaht prensi olan abimle nişanlanmıştı. Bunu yapmamız imparatorluklar arasında çatışmaya neden olurdu."
Derin nefes alıp yeniden dışarı baktım, bu defa yağmura hazırlanan gökyüzüne. "Geçmiş geçmişte kaldı ve gelecek de artık pek aydınlık değil." Gözlerimi kıstım. "Ateş imparatoriçesi bizimle uğraşmaya devam ediyor."
"İmparatoriçe seçeceğin dedikodusu aldı sarayı yürüyor. Ben de bugün duydum."
"Öyle." Kafamı aşağı yukarı sallayarak konuştum.
"Peki, bu kim olacak? Sadece Yeonwoo ve prenses var." Ona baktığımda alt dudağını öfkeden ısırıyordu. "Hiçbiri imparatoriçe olmaya layık değil."
"Ben her şeyi planladım. Merak etme ve dinlen." Vücudunu inceledikten sonra teessüf ettim. "Çok zayıflamışsın hasta duruyorsun."
Nayeon söylediklerimi kaale almadı. "Aniden hayatımıza dahil oldun, kraliçe Jisoo. Aynı bir tümör gibisin." Aklından her ne geçiyorsa canımı sıkmıştı.
Gözlerimi camdan dışarı diktim. Kafamın içi de tıpkı yaşantım kadar darmadağınık. Jisoo'ya ihtiyacım olan bunca zaman boyunca onun da bana ne kadar ihtiyacı olduğunu hiç anlamamıştım. Ona sadece sıcak bir ev ve rahat yaşam vererek ihtiyacı olan her şeyi karşıladığımı sanmıştım. Kendimi bu konudan yana hep vicdanı rahat hissetmeliydim. Şimdi içimi delen bu duygu da ne?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
vsoo | Crystal Crown
FanfictionOmuzlarımdan itip beni kendinden uzaklaştırdığında gözlerimi yüzüne diktim. "Dur artık, Jisoo", dedi. Direnmeye devam ettim. "Neden duralım? Birbirimizi gerçekten sevdiğimiz halde-" "Duyguların bir önemi yoktur." Cümlemi bitirmeme izin vermeden kend...