Jisoo,İmparatorun odası aydınlık olmasına rağmen -en pahalı ışıklar açıktı- karanlığa boğulmuş gibiydi. Hayır, aslında bunun ışıkla ya da avizeyle bir alakası da yoktu, bunun ortamdaki 'duygularla' bir alakası vardı.
Kocaman odada yatak en baş kısımdaydı. Ortada kanepe ve sehpa vardı. Kenarlarda ise gereksiz birkaç kanepe daha. Gösteriş için sallanan avizeler ve birkaç desen daha.
İmparator Taehyung, içeri girdiğimden beri değişmeyen surat ifadesiyle bana bakıyordu. Her halinden acı çektiği belliydi. Zehiri kim hazırlamışsa vücuttan temizlemek epey zaman alıyor olmalıydı. Dudaklarını araladı, ama mor rengine sarılmış dudakları bir şeyler söyleyemeden kapandı. Odadaki tek ses benim düzenli, onun ise düzensiz nefes alıp vermesiydi. Gözlerini benden çekti. Ne zaman gözlerini çekerse acımasız şeyler söylerdi. "Görünen o ki bukalemun rengini eninde sonunda belli eder." Ateş imparatorluğundan olduğum için bunları yaptığımı düşünüyordu.
Güldüm. Ben güldükçe o bana baktı. "Bu oldukça hoş bir yakıştırma. Bukalemun." Kaşlarımı yukarı kaldırdım. "Tahmin edebileceğin ve edemeyeceğin her türlü kötülüğü yapabilirim." Gözlerimi doğruca gözlerine dikmiştim. Sanki gözlerim içine giriyordu, giriyor ve ortayı benim için istila ediyordu, Taehyung'u ise bir köşeye sıkıştırmıştı. "Çünkü ben... o kötülüğün göbeğinden geldim." Kaşlarımı kaldırdım. "Ateş imparatorluğundan geldim." İmasını anladığımı belli ettim. Hafifçe gülümsedim ama gözlerim hâlâ kocaman açık hâldeydi. "Ateş imparatorluğu... namı değer dünyanın cehennemi."
Bir süre yüzüme baktı, sonra, "Benimle pazarlık yapıyorsun?" diye sordu. İmparatoriçe unvanı için konuşuyordu.
"Daha doğru ifade etmek gerekirse yüceliğinizden küçük bir parça istiyorum. Eminim size hep sadık olan bu kulunuzu kırmazsınız. Hem..." Dikkatle yüzüne bakıyordum, o da bunun farkındaydı. "...bana yaptığınız onca şeyden sonra aramızda bundan farklı ne tür bir ilişki olabilirdi ki zaten?" Kır ya da kırma, bu senin seçimin. Ama eğer kırarsan anlaşman da bozulur. Ve ikimiz de birbirimizin gözlerine meydan okurcasına bakarken söylediklerimin arkasındaki gerçeklerim gayet farkındaydık. "Evlenme fırsatı geçti eline. Benimle. Sana imparatoriçen olmam fırsatını sunuyorum."
Pes etmişçesine iç çekti. "Elden bir şey gelmez. Seni çok yakınımda tutsam bile veya uzağımda, yine de senden nefret edecekler. Çünkü nefret savaş için muazzam bir silahtır."
Söylediklerini kulak ardına attım. "Mızmızlanmayı bırak, Taehyung. Şimdi ya aklınla karar verirsin ya da duygularının esiri olursun. Ve sen çok daha iyi bilirsin ki duygular sonsuz ıstıraplar doğurur. Beni imparatoriçen yap, hemen şimdi. Ya da acı sonla yüzleş!"
"Sen nasıl imparatora..." Derin nefes aldı. "Tüm planlarımı mahvediyorsun."
Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Ne yaparsın? Kader bu defa benden yana." Yanına gittim, ona doğru eğildim. "İster beni düşmanın olarak bil ister dostun." Gözlerinin içine bakıyordum. "Şu an sahip olduğun tek şey, benim."
Taehyung gözlerini yere indirdi. Bir süre baktı, baktı, baktı. Düşünüyor ve bir karara varmaya çalışıyor gibiydi. Sanırım bu süreçte sessiz kalmalıydım ama kalmadım. "Sana Ruh imparatorluğununun desteğini de verebilirim." Gözlerini aniden kaldırıp yüzüme baktı. Meraklı ama daha çok keskin bakışlardı. Gece gökyüzünü iyice siyaha sürüklüyordu. Ruh imparatorluğu diğer imparatorluklarla fazla ilgili değildi, genelde tek tabanca takılırdı. Fakat onların desteğini almak... asla ne yapacağı ve nasıl yapacağı belli olmayan bir dosta sahip olmak demekti. İşte Ruh imparatorluğu hayal gücünün ötesindeydi, her şeyin mümkün olduğu bir yerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
vsoo | Crystal Crown
FanfictionOmuzlarımdan itip beni kendinden uzaklaştırdığında gözlerimi yüzüne diktim. "Dur artık, Jisoo", dedi. Direnmeye devam ettim. "Neden duralım? Birbirimizi gerçekten sevdiğimiz halde-" "Duyguların bir önemi yoktur." Cümlemi bitirmeme izin vermeden kend...