Jisoo,Kaşlarım anladıklarımın verdiği özgüvenle havalandı. "Yani bu yüzden mi prenses Tzuyu'ya bu kadar yakındın?" Dudaklarımı birbirine bastırdıktan sonra araladım ve devam ettim. "Böylece Taehyung'un-" Yaptığım yanlışı hemen düzeltip ona imparator olarak hitap ettim. "İmparatorumuzun dostluğunu ve korumasını kazanacaktın."
Jungkook çenesini daha da kaldırdı, sanki dahası var gibi. "Gerçek şu ki... prenses Tzuyu da kullanılmaya laf etmeyecektir. Ayrıca..." Kaşlarını kaldırdı. "...onu imparatoriçe edeceğim için de memnun olmalı." Görünen o ki Tzuyu'nun bu planlardan haberi yoktu.
"Peki... ya gerçekten sevdiğin kadın?" Sorumun etkisiyle Seokjin ve Namjoon anında kafalarını bana doğru çevirdi.
Jungkook'un, gözlerini kırptığı sırada göz kapakları titredi. Yutkunduktan sonra bu acemi tavrını hemen örtbastır etti. "Neyden bahsettiğinden inan bana haberim yok."
"Taht uğruna vazgeçtiğin sevda... umarım bir gün senin en büyük mutsuzluğun olmaz." Gözlerimi azacık kıstım. "Çünkü hayatımızın sonunda kadar bizimle kalacak tek şey aşktır."
Jungkook'un gülümsediğini gördüm. Dudakları gülümseme vazifesini oldukça iyi yaptı, lakin gözleri... gözleri kan ağlıyor gibiydi. "Herkes bilir ki... tüm aşklar mutsuz biter."
"Bitmek? Sonucun o kadar önemli olduğunu kim söyledi?" Kafamı sağa sola salladım. "Önemli olan gittiğin yoldur. Bu hayat ulaşılabilecek son durak değil, son durağa doğru yol aldığın zaman biçimidir." Seokjin ve Namjoon bir bana bir de Jungkook'a bakıyordu. Son zamanlarda midem bulanıyor ve başım dönüyordu. Bu yüzden şifacıya görünmeyi düşünüyordum.
Namjoon gözlerini kıstı. "Bu hayatta annemden başka önünde baş eğeceğim bir imparatoriçe olamaz diyordum." Dudaklarını büzdü. "Ama görünen o ki bu köpeğin sadık olacağı başka bir imparatoriçe daha olacak." Hwasa'nın Ruh imparatorluğunun tek prensesi olması aklıma geliyordu. Bu ikisi arasında ne gibi bir bağ vardı, bilmiyordum, lakin dehşet verici tarafı bir 'bağlarının' oluşuydu zaten. Fakat kabul etmek gerekir ki Hwasa ne yapmış ne etmiş Namjoon'un içindeki kaos ve yırtıcı doğayı yatıştırabilmişti. Artık gözlerine baktığımda her daim ruhu acı çektiği için etrafındakilere acı çektirmek isteyen bir adam değil, saçma mizaçlar yapan vahşi doğaya sahip birisini görüyordum. İkincisine nazaran birincisi daha fenaydı tabii.
Namjoon'un anlattıklarını Jungkook anlayamadı. Sadece Namjoon Ateş imparatoriçesinden bahsettiği için Jungkook da göz devirmişti. Yengesini pek bir sevmezdi.
Jungkook'un taht iddiası konusu Taehyung'un salona gelişi ile kapanmıştı. Hyunjin kapıda görünüp Taehyung'a Yeji ile ilgili bir şeyler söyledi. Bu süre zarfında ikili kapının önünde konuşmuştu. En sonunda ise Hyunjin gitti.
Hoş, Taehyung ne diye kalkıp da bu kadar yol etmişti tartışılır. Kolunu belime doladığında üçü de -Jungkook, Seokjin, Namjoon- reverans yaptı. "İmparatoriçemin akrabaları buraya kadar gelmişler." Cümlesinde kinayeli bir hava vardı. "Lakin imparatora selam vermek konusunda utangaçlar." Ya ne demezsin... ne utangaç ama...
Sonrasında yaşanan pek bir olay olmadı. Beraber Tzuyu'nun piyanosunu dinlemeye gittik.
Aklımda Jungkook'un planlarını düşünerek yatağa uzandım. Uzandıktan sonra örtüyü çekip üzerini düzenledim. Akşam yerini geceye bahşederken kapı sesi duyuldu. Taehyung banyodan çıkmış yatağa doğru geliyordu. Kucağındaki Gyuri'yi oynatmaya...çalışıyordu. Evet, bu duruma denilebilecek tek kelime 'çalışıyor' olabilirdi. Gyuri ise uykulu gözlerle bıkmış gibi duruyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
vsoo | Crystal Crown
FanfictionOmuzlarımdan itip beni kendinden uzaklaştırdığında gözlerimi yüzüne diktim. "Dur artık, Jisoo", dedi. Direnmeye devam ettim. "Neden duralım? Birbirimizi gerçekten sevdiğimiz halde-" "Duyguların bir önemi yoktur." Cümlemi bitirmeme izin vermeden kend...