2✼

254 26 35
                                    

Jisoo,

Elimde tuttuğum kâğıt sıkıştırmıştım. Yürürken elimdeki kâğıt adeta canı için yalvarıyordu. Kontla buluşmamız sonlanır sonlanmaz, şüphelendiğim bir konuyu araştırmaları için gönderdiğim adamlarım gelmişti.

Sarayın geçitlerinden geçerek diğer saraya -harem sarayına- geçtiğimde cariyeler hızla tek sıra hâline girdi. Eteğimi kaldırıp basamakları hızla kalktım. Peşimden hizmetçilerim geliyordu. Üçüncü kraliçenin katı ilk kattı. O yüzden hızla vardım. Cariyeler etrafta at koşturuyordu adeta. Öyle dağınık ve umursanmaz bir ortam.

Üçüncü kraliçenin odasına geçer geçmez, odanın ortasında onun için hazırlanan altın küveti fark ettim. Hizmetçileri, saçına şampuan sürüyor, ayaklarını masaj yapıyordu. Benim gelişimi gördüğü an baş haraketiyle hepsini dışarı gönderdi. Ben ise arkamda dikilen hizmetçileri göndermiştim. Yeonwoo ayağa kalkıp küvetten çıktım. Onun havluyu vücuduna sarmasını izledim.

"Sizi dairemde ağırlama şerefini neye borçluyum?" Bana doğru döndü. Elimdeki kâğıt parçasını salladım. Gözleri kâğıdı bulmuştu.

"Lord Jackson'la aranızda dönen aşkın kanıtı." Kaşlarımı kaldırdım.

Biraz duraksadı. Daha sonra gözlerini kırpıştırıp dudağını yaladı. "Onu", dedi yutkunarak, "bana ver." Elini uzattığı anda günahkar mektubu diğer tarafa geçirmiştim.

"İmparatoru aldatmak? Büyük cesaret." Gözlerimi kocaman açtım. "Umarım imparatorumuzun kulağına gitmez."

Ben bunu söyler söylemez, Yeonwoo göz kırpımı kadar hızlı bir sürede yüzüme tokat attı. "Edepsiz! Beni neyle suçladığını sanıyorsun! Üstelik beni tehdit ediyorsun!"

Yeniden tokat atmaya hazırlanmıştı. Bileğini havada kavradım. "Kraliçe Yeonwoo." Gözlerimdeki ateş kırıntılarını fark ediyordu. Fark ediyordu ve korkuyordu. "Beni hafife almayın. Ben Ateş imparatorluğunun prensesiyim." Gözlerimi kıstım. "Sizin gibi bir leydi değilim." Bileğinden ittiğimde birkaç adım geriye gitti. "O tokatın hesabımı bizzat ödeyeceğinizden emin olacağım." Gözlerini yere dikmişti. Donakalmış gibiydi. Düşünüyor muydu, yoksa korktuğu için miydi anlaşılmıyordu. Herhalde mektup yüzünden başına gelecekleri anlamıştı.

Odayı terkettiğimde bu kattan derhal çıkmak istedim. Kendi katıma çıktığım sırada ise birinci kraliçe ile karşılaşmıştım. Peşinden gelen iki hizmetçiyle koridorda bana doğru geliyordu. Vardığımda reverans yaptım.

"Sinirli misin?" Nayeon ellerini önünde birleştiriyordu. Solgun gözleri yüzümü inceledi.

"Haremin bu katı tam bir karmaşa, kraliçem, çünkü kraliçesi yok. Çekip çevirecek bir kadın yok." Bunları söyleyerek Yeonwoo'yu beceriksiz bir kraliçe yaptım.

"Bu yüzden mi buradasın?" Her zamanki kısık ses... Solgun yüz bana ne hissettirdiğini anlatmak bakımından yetersiz kalıyordu.

Kafamı kaldırıp Nayeon'a baktım. Konuştukça bakışlarım kısılmıştı. "Ama görüyorsun ki burada olmaya dayanamıyorum." Kaşlarımı kaldırıp indirdim.

Yüzünü, önündekini küçümseyen bir gülümseme kapladı. "Kraliçe Jisoo, eğer üçüncü kraliçeye elini dahi sürmeye kalkarsan bunun cezasına katlanırsın."

Diğer tarafa baktım. Ardından yeniden Nayeon'la gözlerimiz buluştu. "Vatana ihanet etmek üzereymişim gibi hissediyorum."

"Bu dediğin hanedanımıza saldırıdır. İmparator, kraliçesinin katilini ve arkasındakileri bulur, onları..." Kafasını sağa sola sallayarak devam etti. "...affetmez. Cezasını çekersin. Ayrıca bu görgü kurallarına da aykırı."

"Eğer görgü kurallarına uymak istiyorsan..." Kafamı aşağı yukarı sallayarak konuşmuştum. "...lütfen sadece yap bunu ve başkalarına karışma." Derin nefes alıp çenemi dikleştirdim. "Endişe duymanıza gerek yok. Zira ben bir prensesim." Dudaklarımı birbirine sıkıca bastırdıktan sonra yeniden araladım. "Nerede ve ne zaman, ne yapacağımı gayet iyi bilirim. İzninizle."

"Seni neden seçtim, biliyor musun?" Gidecekken Nayeon konuştuğu için kafamı ona doğru çevirdim. "Prenses olarak yetersiz olduğunu bildiğim için." Dudaklarımı kımıldatıp yutkunmuştum. "Ateş imparatorluğunun değer görmeyen prensesi... anlaşma için en doğru adaydı. Diğer türlü, yani arkasında imparatoriçe olan bir prenses bize zor anlar yaşatırdı." Gözlerini gözlerimden indirip vücudumu inceledi. "Ama görüyorum ki..." Yeniden gözlerime baktı. "İşe yaramaz birisinden yolumuza çıkabilecek birisine dönüştün."

Yolumuza... Onların yolu, benim değil. Gözlerimi kaldırıp etrafa baktım. Onların sarayı, benim değil. Yeniden Nayeon'a baktım. Kafamı belli belirsiz salladım. "Kraliçe Yeonwoo konusunda endişeniz olmasın. Kralımızın emanetine ihanet etmem ben." Nayeon gururlu bakışlarla onayladı. "Lakin unutmayın", dedim gitmeye hazırlanan Nayeon'a, "beni siz seçmediniz. Siz kraliçe Jennie'yi istemiştiniz, Ateş imparatoru ise beni gönderdi." Nayeon çenesini dikleştirdi, yere bakıyordu.

Gözlerini kaldırdı. Ağzını aralayıp derin nefes aldı. "En nihayetinde istediğim sendin. Jennie'yi isteyen imparator Taehyung'tu." Bir süre durduktan sonra devam etti. "Şimdi izninle bahçede dolaşmaya çıkacağım."

Bu bilinen bir şey. Taehyung, ablam Jennie'yi istiyordu. Ablam dediğime bakmayın, aynı yaştayız. Jennie'yi düşman ülkeye göndermek ise babamın itirazına neden oldu. Sonuç olarak ben buradayım. Taehyung itiraz etse de Nayeon beni önerdiğinde onu dinledi.

Koridorda yalnız kaldığımda aklımda dolaşan düşünceleri topladım. Nayeon söylediğinin aksine bahçeye değil, Yeonwoo'nun katına gitmişti. Tabii ki Yeonwoo lord Jackson'la oynaşıp dururken bunu sırtını yaslayacak bir güç olmadan yapamazdı. Nayeon biliyor. Gözlerimi sırtı gözüken Nayeon'dan çekmedim. Onun için önemli olan aşkla Taehyung'a bağlanacak bir kadın değil. O sadece krallığın gelecek varisini ve kahramanını istiyor. Yeonwoo'nun nasıl bir kadın olduğu umurunda bile değil, çünkü kendisinin imparatoriçe olacağından emin. Onun gözünde ister ben isterse de Yeonwoo... hiçbirimiz imparatoriçe olmayacağız. Biz sadece yeni varisler için kullanılıyoruz.

General gerçekten haklı mıydı? Taehyung beni mi seçecekti imparatoriçe olarak? Nedense bu konudaki minnacık olan umudum gittikçe bitiyor.

oy vererek ve yorum yaparak destek olmayı unutmayın

vsoo | Crystal CrownHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin