his kiss can be deadly, but there is life in it

381 69 53
                                    

Dakikalarca, nefessiz kalana kadar öpüştük orada. Bu sefer ya düşüncelerimi okursa diye korkmadım. Çünkü hiçbir düşüncem yoktu korkacağım.

Tek düşündüğüm dudaklarını tüm nefesim tükenene kadar hissetmekti.

Beni o öpmüştü. Beni suçlamasından falan da korkmuyordum bu yüzden.

Aslında ayrıldıktan sonra bana acımasızca bir şeyler söylemesinden ya da acımasızca davranmasından biraz korkuyordum ama sorun değildi.

Sonuçta ben onun Jisung'a deli gibi aşık olduğunu ve şimdi burada öptüğü benim dudaklarımsa, hissettiğinin sadece tensel bir çekim olduğunu biliyordum.

Sonunda benim nefesim kesildiğinde çok yüksek bir sesle hiç bırakmayacakmış gibi benimkilere yapışmış olan dudaklarından ayrıldım.

Şimdi ne yapacağımı bilmiyordum. Tek bildiğim bana kötü olan hiçbir şey söylemesini istemediğimdi.

Sussun istiyordum. Ve bu an hiç yaşanmamış gibi davranalım. Pişman değildim aslında. Dedim ya, korkuyordum sadece.

Söyleyebilecekleri yüzünden korkudan titreyen gözbebeklerimi onunkilere çıkardığımda, renginin çoktan normale dönmüş olduğunu gördüm.

Beni öptüğünde sinirinin geçtiği düşüncesi istemsizce içimde bir şeyleri harekete geçirirken, artık canımı sıkmaya başlayan sessizliği bozmak istedim.

"Ben-"

"Ben-"

Aynanda konuştuğumuzda sustum. Ama onunda sustuğunu görünce tekrar konuşma kararı aldım.

"Şey..."

"Evet."

Bu garip ve oldukça kısa diyalog karşısında yüzümü buruşturdum.

Onunsa derin bir iç çekiş bıraktığını duydum. Konuşmaya hazırlanıyordu.

"Hyunjin, aslında---"

"Dur!"

Sözünü kestim. Yapıyordu işte. O korktuğum konuşmaya başlayacaktı ve ben rezil olacaktım. Rezil olmadan önce bazı şeyleri benim söylemem gerektiğini düşündüm.

"Biliyorum. Bir anlık bir şeydi. Sen Jisung'a deli gibi aşıksın. Bu da sadece tensel bir çekimdi. Yanlış anlamadım gerçekten. Merak etme."

Gözlerime öyle bir baktı ki, sanki onları yakıp geçecekti.

Bu bakış karşısında yutkundum.

"Ben öyle bi---"

Sustu. Umutsuzca güldü.

"Haklısın. Tensel bir şeydi. Yaşanmamış gibi davranırız. Şimdi çekil de odama gideyim."

Böyle söylese bile çekilmemi beklemeden beni kendisi kenara çekerek yanımdan geçti ve kısa sürede gözden kayboldu.

Geride ise ben kaldım.

Kalbi kırık, ama bunun olacağını bilen ve çoktan kabullenmiş ben.

Ne bekliyordum? Ben söylediklerimi söyleyecektim, o da 'hayır, seni öptüm çünkü istedim' falan mı diyecekti?

Beni sadece sevdiği adam istediği için yanında tutan biri bunu söyler miydi?

Tabi ya. Belki de beni öpmesini bile Jisung söylemişti ona. Bu çok mantıksızdı biliyorum. Çünkü o neden böyle bir şey istesin ve ona yaptırsın değil mi?

Ama öncesinde yaptırdıklarını düşününce mantık arayamıyordum.

Çok uzun süre düşünceli bir şekilde orada durduğumu farkettiğimde adımlarımı merdivenlere çevirip yavaşça odama çıktım.

Yatağıma girdim. Henüz sabahtı ama umurumda değildi. Akşama kadar yatağımdan çıkmak istemiyordum.

Bütün salaklıklarımı düşüne düşüne delirmek istiyordum hatta.

Ben hayatımın en büyük hatasını insan olmayan birine aşık olarak yaptığımı sanmıştım.

Oysaki ben, en büyük hatayı başkasını seven birine aşık olarak yapmıştım.

Lee Minho adamı bana hiçbir şekilde iyi gelmeyecekti sanki. Bunu hissediyordum.

Düşündüm. Tüm gün uykum gelene kadar her şeyi düşündüm.

Chan hyung ve Seungmin'i, Chaeryeong'un davranışlarını, Mingi ve Yunho'nun tuhaflıklarını, Minho'nun tavırlarını, kendi aptallıklarımı... Jisung'u.

Uykum gelmedi bir türlü.

Zaten yerini bildiğim kutuyu ve anahtarını alarak onu açtım. Biliyorum bu Minho'nun özeliydi ve yaptığım çok yanlıştı ama kendime engel olamadım.

Minho, annesi ve babasının çekinmiş olduğu bir fotoğrafı inceledim gülümseyerek. Minho küçüktü. Muhtemelen 12-13 yaşlarındaydı. Çok tatlıydı.

Sonra farklı fotoğraflara baktım. Onlarca siyah beyaz fotoğraf vardı içinde Minho ve Jisung'un bulunduğu. Jisung, hep gülüyordu. Umarım gittiği yerde de Minho'yu izlerken mutludur ve gülüyordur.

Bütün fotoğraflara bakmayı bitirdiğimde beni bir mektup yığını karşıladı. Hepsi aynı kişidendi, Lee Chaeryeong.

Hepsi açılmış, okunmuş ve sonra özenle yerine yerleştirilmişti.

Onları tabi ki okumadım. Kutuyu kilitledim ve her şeyi yerine koydum.

Tekrar yatağıma girdiğimde düşünecek bir şeylerim daha vardı artık.

Chaeryeong her fırsatta Minho'ya ulaşmaya çalışmıştı. Minho, ondan gelen bütün mektupları özenle okumuştu. Özenle saklıyordu.

Göstermese bile o, ablasını çok seviyordu.

Umarım ileride bir gün gerçek bir abla kardeş ilişkisine sahip olurlardı.

Düşünmeyi bırakamadığım bir diğer şey de Minho'nun artık aklımı okumamasıydı. Gücünü falan kaybetmemişti bunu biliyordum. Benim iznim olduğunda yapıyordu bunu.

Ama artık iznim olmadan bunu yapmıyordu. Artık özelime saygısı vardı ve bu beni sevindiriyordu. Aynı zamanda çok da rahatlatıyordu. Düşünme özgürlüğüm vardı. Daha güzel ne olabilir?

Gözlerimin yavaştan ağırlaştığını hissettiğim sırada kapım sakince tıklandı ve birkaç saniye sonra açıldı.

Sadece başımı arkamdaki kapıya çevirerek görmeye çalışsam da çok karanlık olduğundan görememiştim.

Sorun yoktu. Kim olduğunu zaten biliyordum. Kapıyı açtığı an içeri yayılan kokusunu tanıyordum.

Bir süre öylece sustu. Sonra kararlı bir ses tonuyla konuştu. Sadece bana değil, kendine de söylüyordu sanki.

"Seni öptüm çünkü istedim."

Bir cevap vermemi beklemeden çıkıp gitti.

Ve evet. Uykum geldi demiştim değil mi?

O gece hiç uyumadım.

Bir insan birini opmek istemisse bu ne demektiiiiiiiir???

Bilmem ne demektir?

like wine, hyunho ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin